Paylaş
Hande Ataizi, bir televizyon programında ‘Türk tipi erkek modelinin’ kendisine daha yakın olduğunu söylemiş.
Gazetede okudum, hangi program olduğu yazmıyordu (Arkadaşlar, bir haberi bir yerden alıyorsanız kaynak gösterin, meslektaşınızın emeğine saygılı olun lütfen).
Hande Ataizi şöyle konuşmuş: “Daha Türk tipi bir erkek modeli yani daha sahip çıkan. Paramı kazanıyorum ama ‘Olsun be aşkım, ben varım arkanda. Senin hiçbir şeye ihtiyacın yok’ gibi bir cümleyi duyamadım. Alman usulü de bir yere kadar. Kadına erkek rolleri karıştırmamak gerek; kadın kadın olarak kalacak, erkek de erkek haklarına sahip olacak.”
Haliyle bu sözler üzerine yazılmış yorumları da okudum.
Hayret ifade eden, Hande gibi kendi ayakları üzerinde sağlam durabilen, bir kadından beklenmeyen sözler gibi değerlendirilmiş.
Üç yıl kadar önce poltio.com’da yapılmış bir araştırma var. Türkiye’nin ilişki haritasını çıkarmayı amaçlayan bir araştırma bu.
Buna göre Türkiye’de kadınların yüzde 47’si kıskanç, koruyan, maço erkek tipinden hoşlanıyor.
Yüzde 53’ün tercihi: Romantik erkek
Yani Hande, tekil bir örnek değil.
Memleketimizin kadınlarının yarısının hoşuna giden bir duruma özlem duymuş belli ki.
Londra Brunel Üniversitesi’nde yürütülen geniş kapsamlı bir antropolojik çalışma, ‘Batılı’ ölçütlere göre beğenilir bulunan erkek ve kadın tipinin, geleneksel yaşam biçimlerini sürdüren bölgelerdeki deneklerin hiçbirine cazip gelmediğini tespit ediyor.
Araştırmacılar, ‘güçlü ve sert erkek’ ile ‘korunmaya muhtaç yumuşak kadın’ imajının sanayileşme sürecinin bir parçası olarak ortaya çıktığını söylüyorlar.
Böyle bakınca Hande’nin dünyanın diğer yerlerindeki kadınlar açısından da tekil bir örnek olmadığını söyleyebiliriz.
Şimdi sıkı durun: Türkiye’deki kadınların yüzde 53’ünün tercihi, sürprizler yapmaktan hoşlanan, romantik bir erkek tipi!
Bu sonuca bakarak, birçok genç kadının ‘evde kalmaya mahkûm olduğunu’ da şimdiden söyleyebilirim!
Bizim erkek milletinin bir bölümüne “Sürpriz yap” dersen, gelip ensene bir şaplak atabilir, iddiaya girerim!
Belki de ‘sürprizler yapan romantik erkek’ arayan Türk kadınları, henüz sanayi devriminin sonuçlarından etkilenmemişlerdir, kim bilir?
Şanstan çok, neyi aradığınızla ilgili
Benim fikrimi merak ediyorsanız: Toplumsal yaşam, siyah ve beyazlardan oluşmaz.
Bu iki tipin arasında başka renkler de vardır, buna emin olun.
Sevdiği kadını eğlendirmek, güldürmek, mutlu etmek için sürprizler yapmaktan hoşlandığı kadar, gerektiğinde korumacı, kendi gözünden bile kıskanan erkekler var.
Hangisine rastlayacağınız, şanstan çok neyi aradığınız ile de ilgilidir.
Size çocukluğunuzdan beri öğretilmiş rolleri bir kenara bırakın ve gözünüzü açın kızlar!
Beynin gençse
genç kalırsın
Avustralyalı biyolog David Goodall, 104 yaşındaydı ama dünyada bu kadar uzun kalmaktan memnun değildi. İsviçre yasalarından yararlanarak hekim yardımıyla yaşamına son verdi. Bilim dünyasının son çalışmaları da hep yaşamı yıpranmadan uzatmak üzerine. Bunları düşünürken katıldığım bir 90’ıncı yaş gününde işin asıl sırrını fark ettim: Her şey beyinde bitiyor!
Avustralyalı bilim insanı David Goodall, hekim yardımı alarak İsviçre’de yaşamına son verdi.
Biyolog olan Goodall, 104 yaşındaydı; çok uzun yaşamaktan memnun değildi. Avustralya’dan İsviçre’ye gitmek için uçağa binerken gazetecilere “Keşke daha önce ölebilseydim” demişti.
İsviçre’de hekim yardımıyla intiharı destekleyen yasalar var, oraya gitmesinin nedeni bu.
Birçok kişinin rüyası olabilecek çok uzun yaşamak, Goodall için belli ki bir kâbusa dönüşmüş.
‘Popular Science Türkiye’ dergisinin mayıs ayı sayısında yayımlanan geniş bir dosya, Goodall’ın sorununa da ışık tutuyor sanki.
Bilim insanlarının hedefi ölümsüzlüğe ulaşmak ya da çok uzun yıllar yaşamak değil, yaşlanmadan kaynaklanan yıpranmayı yavaşlatmak. Çünkü 2050 yılına gelindiğinde dünyadaki 60 yaş üstü nüfus 2.1 milyara ulaşacak.
Bunun için hücresel saatlerimizin sıfırlanması, telomerlerin boyunun uzatılması üzerine çalışılıyor.
Bölünmeye son verdiği halde kendisini öldürerek devreden çıkarma sinyali alamayıp vücudumuzda birikmeye devam eden senesens hücrelerin tasfiyesine yönelik çalışmalar, bu amaçla yapılıyor.
Genç kan takviyesi, 60 yıldır kullanıldığı halde kanser riskini azalttığı yeni saptanan metformin üzerine yapılan çalışmalar da bunlar arasında.
Ve ilginç olan şu ki, yaşlanma araştırmalarında nadiren ele alınan organımız olan beyin, bu sürecin idaresinde yönetici koltuğunda oturuyor gibi!
Yeşiva Üniversitesi Albert Einstein Tıp Fakültesi araştırmacılarının son çalışmaları ortaya koymuş bulunuyor ki yaşlanma sürecimizi kontrol eden organımız esasen beyin. Geri kalanı bu işte figüran bile değil.
Bu nasıl bir yaşama
sevinci ve isteği!
Geçen hafta İzmir’de bir ‘hısım’ doğum gününe katıldım. 90’ıncı yaş günü!
Kutlama yemeğinde herkes kadar yedi-içti.
Etrafı dostlarıyla çevriliydi. Bir bölümüyle yaşıt sayılabilir, belli bir yaştan sonra beş-altı yaş fark önemini kaybediyor çünkü.
İşinin önemli bölümünü profesyoneller yönetiyor olsa da işinin başında sayılır, her gün orada.
Dünyayı gezmeyi, dolaşmayı da ihmal etmiyor ama.
Geçen ay, içinde bir de yıkıntı taş ev bulunan büyük bir arazi aldı. Bir zeytinlik. Araziyi almasının nedeni, taş evi beğenmiş olması. Şimdi onu onarıp zamanının bir bölümünü de zeytinlikte geçirmek istiyor. Başka projeleri de var.
“Geldim 90’ıma, güzel de yaşadım, böyle idare edeyim” demiyor.
Giysileri her zaman son moda.
Ne zaman onu görsem aynı şeyi merak ediyorum: Bu nasıl bir yaşama sevinci ve isteği!
Belli ki araştırmacıların yeni çözebildiği ihtiyarlamadan yaş alma meselesinde, beynin rolünü çok önceden çözmüş!
Beyni de ona ihanet etmiyor.
Tıpkı kayak kaymak, motosiklete binmek gibi bu durum.
Önce beynin düşüyor, sonra vücudun. Beyin düşmediği sürece iki tekerin üzerinde rüzgâr gibi uçmaya devam edebiliyorsun!
“Yaşlandım” diye günlük hayat rutinini değiştiriyorsan, beynin de bunu karşılıksız bırakmıyor sanki.
Paylaş