Paylaş
“Şimdi çıkacak birisi garnizonun duvarlarını aşacak, Türk bayrağını indirecek, o bayrağı indirirken o görevliler seyredecek. Neymiş? Çözüm sürecini sekteye uğratmayalım. Ne demek ya? O bayrağı indireni, neyse alacaksın, indireceksin, gereğini de yapacaksın. Yapmıyorsan da sorumlusun. Herhalde ben Ankara’dan gelip de o bayrağı indireni, indirmeyeceğim. Burada çözüm süreci.. böyle bir şey olmaz. Bunun gereği neyse bunu yapmaya mecbursun. Askerin polisin bahanesi olamaz.”
Başbakan’ın genel konuşma üslubu biraz “argo” sayılabileceği için “adamı indireceksin” sözleriyle kastettiğinin, bayrağı indirmeye çalışan kişinin vurulması olduğunu söyleyebiliriz.
“Ankara’dan gelip, bayrağı indireni, ben mi indireceğim” diyor ve orada görev yapan komutanları ve askerleri suçluyor.
Zaten olaydan sonraki ilk açıklamasında da şöyle demişti: “Orada bulunan askerdi, komutandı hepsi bunun bedelini ödeyecektir. Ben bunu özellikle söylüyorum.”
Ve büyük bir haksızlık yapıyor!
Askere, “barış sürecinin” ilk günlerinden itibaren olaylara müdahale etmeme, PKK’nın yoluna çıkmama talimatını veren kimdi? Başbakan’ın hükümetinden başkası değil.
Nitekim bakın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ne diyor:
“Asker elbette görevini yapacak. Genelkurmay Başkanlığımızın açıklaması fevkalade dikkatli okunmalıdır. Sabırla olayları takip ediyoruz. Yoksa bayrak direğine çıkmaya çalışıp da o bayrağı oradan yere indirmeye cüret eden insana herhalde cezası o anda verilebilirdi eğer sabır olmasaydı. Eğer hükümetin siyasi iradesine bağlılık olmasaydı.”
Asker, o olaya uyarı ateşi açmak dışında bir tepki gösteremezdi, çünkü hükümetin siyasi iradesi “çatışmasızlık sürecinin” devam etmesinden başka bir şey değildi.
Öyle olmasaydı, memleketin bir köşesindeki yol on gün trafiğe kapalı olarak kalabilir miydi?
O direğe tırmanıp bayrağı indiren kişinin meselesi sadece bayrağı indirmek olsaydı, ipleri keser, bayrağı indirirdi.
Direğe çıktı, çünkü biliyordu ki asker bir şey yapmayacak.
Bayrağı indiren vurulup öldürülmüş olsaydı bugün memlekette nelerin olabileceğini tahmin etmek de zor değil.
Bugün belki de yeni cenazelerin kalkmasına yol açacak olaylar zinciri başlatılmış olacaktı. Bayrağı indirene o talimatı verenlerin de amacı zaten buydu.
Asker, hükümetin siyasi iradesinin “çatışmasızlık” yönünde olduğunu da biliyordu.
Onun için Başbakan orada görevli komutanı suçlayacağına, dönüp aynada kendisine bir bakmalı!
‘Barış süreci’ kime yaradı?
HÜKÜMETİN, PKK terörünü bitirmek üzere Abdullah Öcalan ile işbirliği yaparak yürüttüğü ve adına “barış süreci” dediği şey, uzun süre “kutsal bir kavram” olarak işe yaradı.
Hükümetin politikalarını eleştirmek, “barış sürecini aksatmaya çalışmak” şeklinde yorumlandı.
Bugün geldiğimiz noktada, “barış” adına aslında bir adım bile yol alınmadığını da biliyoruz.
Hükümet, bununla ilgili ne bir plan açıkladı, ne de yapacağını söylediği yasal düzenlemeleri gerçekleştirdi.
Bunun elbette en büyük yararı, uzunca bir süredir bölgeden ölüm haberinin gelmiyor olmasıdır.
“Barış için” herhangi bir adım atılmadığı için bu süreci aslında “çatışmasızlık süreci” olarak isimlendirmek gerekiyor. Ve bu süre içinde çatışmaların sona ermesi, baskınların, pusuların ortadan kalkması kuşkusuz ki önemlidir, küçümsenemez.
Bu yönüyle bu süreç, öncelikle AKP iktidarına yaradı.
Ölüm haberlerinin kesilmesi, seçimlere gidilirken hükümetin elini rahatlatan bir durumdu. Ama bundan dolayı hükümeti eleştiremeyiz, her siyasi parti öncelikle iktidarını sürdürmek ister.
Ölümlerin tamamen bitmese bile yok sayılacak kadar azalması buna hizmet etti.
Çatışmasızlık süreci, insan hakları ve demokrasi ile ilgili bir adım atılmamasına rağmen önemliydi.
Süreç Abdullah Öcalan’ın da işine yaradı.
Ayrılıkçı Kürt hareketinin “tek lideri” olarak kendisini konumlamayı ve muhatap olarak kabul edilmeyi başardı, günün birinde hapsedildiği adadan çıkması için bir ışık bile yaktı.
Bu süreçte kârlı çıkanlardan biri de PKK oldu.
Silahlı güçlerini sınır dışına çıkarmak bahanesiyle başlayan çatışmasızlık sürecinde, bölgenin tek hâkimi haline geldi.
Güvenlik güçlerinin geri çekilmesinden yararlanarak, bölgedeki mevzilerini güçlendirebildi, PKK’ya sempati ile bakmayan Kürtler için de “Artık PKK’sız olmayacak” düşüncesinin uyanmasına neden olacak bir güç elde etti.
Silahlı adamlarını sınır dışına çıkarmadığı gibi örgüte katılımları da teşvik etti.
Türkiye ile çatışmasızlık sürecine girmiş olması sayesinde, Rojava diye isimlendirilen, Suriye’nin Kürt bölgesinde de hâkimiyet alanları tesis etti, Suriye’den özerklik konusunda adımlar attı.
Bu sürecin tek kaybedeni, Türkiye’de demokrasi ve insan hakları oldu.
Taraflar, PKK da, hükümet de barış konusunda samimi olmadıkları, bunu geçici bir taktik olarak gördükleri için bu sorunu temelinden çözecek adımlar atılmadı.
Şunu unutmamalıyız: Türkiye’de ayrılıkçı Kürt meselesi çözülecekse, bunu çözecek öncelikle Türkiye’nin her yerinde, herkes için geçerli olacak demokratik açılımların yapılmasıdır.
Ülkenin bir yarısında ağır bir polis rejimi sürerken, iktidardaki tek adam, otoriterleşme yönünde ciddi bir eğilim gösterirken, diğer yarısının özgürleşmesi diye bir şey düşünülemez.
Ama bu konuda hükümet de samimi değil, PKK da!
Birisi seçimlere kadar rahat etmeyi hesaplar, diğeri çatışmasızlık sürecinden gücünü pekiştirmek için nemalanmayı beklerken, barış süreci diye bir şey olamazdı.
Nitekim olmadı da!
Paylaş