Paylaş
Ben de bunun üzerine bu köşede şöyle bir soru sordum: “Gerçekten anayasa hukuku okumuş olabilir mi?”
Prof. Dr. Burhan Kuzu buna kızmış, dün beni aradı ve kendisine böyle söylemeye hakkım olmadığını belirtti, bir hukuk hocası olarak bunu hak etmediğini vurguladı.
Biraz sinirli bir anındaydı sanırım ama önemsemiyorum. Evet, Prof. Dr. Burhan Kuzu bir anayasa hukuku uzmanı olarak kuşkusuz ki hukuk okumuştur, hukuk da yazmıştır.
Kendisine bu uzmanlığını halkı doğru bilgilendirmek için kullanmasını ve milleti aldatmaması gerektiğini söyledim, burada da tekrarlıyorum:
Parlamenter sistemde güçler ayrılığı vardır. Zaten bir demokrasinin olmaz ise olmaz koşulu da budur, ister başkanlık sisteminde olsun, ister parlamenter sistemde.
Prof. Dr. Kuzu, bana bu sözü uygulama bağlamında söylediğini açıkladı. Ben de kendisine bunu böylece söylemesi gerektiğini hatırlattım. Şöyle diyebilirdi örneğin: “Bugün Türkiye’de uygulandığı haliyle parlamenter sistemimizde güçler ayrılığı yoktur”.
Böyle söyleseydi doğru bir şey söylemiş olurdu, ama kendisini bu yüzden tebrik etmemize de gerek olmazdı. Çünkü bunu hepimiz biliyoruz, yeni bir bilgi değil.
Bundan sonrasını telefonda konuşamadık, çünkü dedim ya çok sinirliydi. Onun için buradan söyleyeyim: Türkiye’deki sistemi düzeltmek mi istiyorsunuz, yoksa bir diktatör mü yaratmak istiyorsunuz?
Önerdiğiniz sistem bir diktatör yaratır! Madem başkanlık sistemini isteme nedeniniz, gerçek bir güçler ayrılığı yaratmak, o halde neden bu sistemin en iyi uygulandığı ülkeyi örnek almıyorsunuz da, Recep Tayyip Erdoğan için özel bir diktatörlük gömleği biçiyorsunuz? Odanızda bir ihtimal hukuk diplomalarınız asılı olabilir. Bu soruyu yanıtlamadan önce, o diplomalara bir kez daha bakın, sizi yetiştiren hocalarınızı, sizin yetiştirdiğiniz öğrencileri hatırlayın. Hukuka geri dönün hocam!
Ve bir de AİHM notu: Prof. Dr. Kuzu, bana eleştirimin “ağır” olduğunu, buna hakkım olmadığını, bundan sonra kendisinin televizyonlarda benim için benzer eleştirilerde bulunabileceğini söyledi.
Bilemem, isterse yapsın, istemezse yapmasın. Ben eleştiri hakkına saygı duyarım, yeter ki hakaret olmasın. Ve kendisine “siyasetçilerin ağır şekilde eleştirilmeye açık olmaları gerektiğini” vaaz eden AİHM kararlarını hatırlatırım.
Audiatur et altera pars!
BAŞLIKTAKİ bu Latince deyiş “Diğer tarafı da dinleyelim” anlamına geliyor.
Eski Roma’dan beri adaletin temel kavramlarından biridir. İlk kullanılışının üzerinden belki üç bin sene geçmiş ama hâlâ normal bir adalet düzeninin temel taşıdır.
Bu nedenle her mahkemede, yargıç önünde sonunda bunu söylemelidir: Karşı tarafı da dinleyelim!
Çünkü yargıçlardan beklediğimiz şey budur. Herkesi dinlemeleri, kimseye ayrıcalıklı muamele yapmamaları, herkesin sözüne değer vermeleri ve sonra kararlarını kanunlar ve vicdanları ile baş başa kalarak vermeleri!
Zaten şu Latince söz de bunun içindir: Nemo iudex in causa sua! (Kimse kendi davasının yargıcı olmamalıdır).
Eğer yargıç, bir davada taraf gibi davranıyorsa o mahkemeden adalet filan çıkmaz.
Ergenekon davasında mahkeme, kanunlara aykırı olarak ikinci keredir sanıkların tanıklarını dinlemeyi reddetti.
Dürüstlükleri şüpheli gizli tanık ifadeleriyle suçlanan insanların gösterdiği tanıklar dinlenmediği gibi bir de avukatları jandarma marifetiyle yaka paça duruşma salonundan atıldılar, dövülenler bile oldu.
Bu davayı önemsediğimi, Türkiye’nin karanlık bir geçmişle hesaplaşması gerektiğini düşündüğümü defalarca yazdım.
Ama adil bir yargılamanın yapılmadığı, yargıçların peşin hükümle hareket ettiği bir davadan ne adalet çıkar ne de karanlık geçmiş ile açık bir hesaplaşma.
Latinceyle başladık, öyle bitirelim: Abyssus abyssum invocat! Uçurum uçurumu çağırır. (Bir hata, diğerlerinin doğmasına sebep olur anlamında).
Önce Siyasi Partiler Kanunu demokratikleşse?...
BAŞBAKAN Yardımcısı Bekir Bozdağ, AKP’nin başkanlık sistemini önermesinin gerekçesini önceki gün şöyle açıkladı: “Yasama, yürütmenin her daim emrindedir. Şu anda öyle, dün de öyleydi, bu sistem devam ettiği sürece öyle olacak”.
Bozdağ Bey, Başbakan Yardımcısı olarak yürütme organının bir temsilcisi ama o sıfatından daha da önemli sıfatı Yozgat Milletvekili olmasıdır. Yani yasama organının bir temsilcisidir. Aday olduğu seçim çevresindeki halk onu kendilerini TBMM’de temsil etsin diye seçti ama biliyorsunuz o aslında Türkiye’nin milletvekilidir, bütün milleti temsilen oradadır.
Bizim Anayasamız çok açık bir şekilde güçler ayrılığını emreder. TBMM’ye de yürütmeyi denetleme, yasalar çıkarma ve egemenliği halk adına kullanma yetkisi vermiştir.
Bozdağ Bey ve diğer milletvekilleri buna uymak için yemin ettiler: Namusları ve şerefleri üzerine!
Bakın Anayasanın 7. Maddesi ne diyor: “Yasama yetkisi Türk Milleti adına TBMM’nindir, bu yetki devredilemez”.
Bozdağ’a önerim şudur: Yemininize sahip çıkın ve yasama organını yürütme organının emir kulu olmaktan çıkarın.
Bunu sağlamak için yepyeni anayasalar yapmaya, sistemleri baştan aşağı değiştirmeye de gerek yok.
İşe Siyasi Partiler Kanunu’nu demokratikleştirmeyle başlayın, bakın bakalım ne olacak?
Paylaş