TOBB Genel Kurulu’nu izleyen gazeteciler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun "birbirlerine rakip iki siyasi lider gibi" davrandıklarını söylüyorlar.
Hisarcıklıoğlu’nun ekonomik politikalar ve siyasi partiler kanunu ile ilgili eleştirilerine, Başbakan sert yanıtlar vermiş.
Şimdi yazacaklarım bir istihbarata dayanmıyor, bunu öncelikle belirteyim. Sadece 33 yıldır bu meslekte, Türkiye’de siyaset izlemiş bir gazeteci olarak hissettiğim bir durum bu.
TOBB’nin bu son genel kurulunun bana düşündürttüğü, önümüzdeki seçimlerde Rıfat Hisarcıklıoğlu’nu bir siyasi partinin başında, seçim yarışında göreceğimizdir.
Bu yeni bir parti de olabilir, bir çıkış bulamadığı takdirde tükenip, tamamen yok olacak bir parti de olabilir.
Çünkü AKP, liderinin yaptığı hatalar ve tercihler nedeniyle bir merkez partisine dönüşme sürecini tamamlayamayacak gibi görünüyor.
Yeni hükümetin bileşimi de AKP liderinin, bu sorunu gündeminden çıkardığını, kendi asıl tabanı olarak gördüğü yerde güçlenmeyi hedeflediğini gösteriyor.
Siyaset böyle bir boşluğu kaldırmaz. Bu boşluğun yaratacağı çekim alanlarında yeni oluşumlar kaçınılmaz olur ve kongrede çizdiği portre ile Hisarcıklıoğlu da bu boşluğu doldurmaya talipmiş gibi görünüyor.
Önümüzdeki seçimlere kadar önemli sayılabilecek bir süre var.
Bu kadar uzun bir sürede siyasette çok değişiklik olur ve bugünkü tahminlerimizi tamamen boşa çıkaracak gelişmeler yaşanabilir.
Ancak bugün gördüğüm budur: Kongredeki gelişmeler ile ilgili haberleri okuyunca, Hisarcıklıoğlu, kendi iradesiyle ya da çevre zorlamasıyla bu işe soyunmaya aday olmuş diye düşündüm.
Yeni hükümet bana umut vermedi
HER yeni hükümet, ülkeler için "yeni bir umut" demektir, özellikle de bizimki gibi işlerin yolunda gitmediği ülkeler için!
Bu nedenle son hükümet değişikliğinin kamuoyunda yarattığı havayı anlayabilmek zor değil.
Ancak yeni bakanların siyasi kişiliklerine ve geçmişlerine bakınca, o kadar fazla umutlu olmak için de bir neden göremiyorum.
Yeni kadro da tıpkı eskisi gibi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın "iki dudağının arasında" görev yapacağını biliyor. Erdoğan’ın geçmişteki performansı ne ise, bu yeni hükümet ile performansının da sadece bu nedenle farklı olmayacağını söyleyebiliriz.
Yeni bakanların katılımıyla birlikte, hükümetin "milli görüşçü" kanadı daha da güçlenecek.
"Cumhuriyet dönemi devrini tamamladı" diyen ve bu görüşünün değiştiğine ilişkin herhangi bir öz eleştiriyi de bugüne kadar yapmamış bir kişi şimdi bakan yetkileriyle donanmış olarak siyaset yapabilecek.
Bülent Arınç’ın hükümete girişinin, yolsuzluklarla mücadele konusunda yararlı olacağı söyleniyor.
Arınç’ın dürüst kimliğine itirazım yok ama belediyeler ve devlet ihaleleri yoluyla yepyeni bir zengin sınıf yaratılmaya çalışırken Arınç’ın AKP içinde yer aldığını ve onun varlığının bu düzeni değiştirmeye yetmediğini de unutmayalım.
Her yeni hükümete kamuoyunun bir süre için kredi açacağını, eleştirilerin bir bölümünün sadece bu "yenilik" görüntüsü nedeniyle saklı tutulacağını biliyoruz.
Dileyelim ki bu kredi iyi kullanılsın, benim gibi peşin yargı sahipleri yanılsınlar.
Soruşturma işte bu nedenle savsaklandı
ALMANYA’da Deniz Feneri soruşturmasını yürüten savcıların, Türkiye’de takip edilmelerini istediği 12 şirkete, polisten ve savcılarımızdan önce Vatan muhabiri Öge Demirkan gitti.
Alkışlanması gereken bir "araştırmacı gazetecilik" örneği bu ve bu yılın gazetecilik ödüllerine şimdiden aday gösteriyorum.
Ortaya çıkıyor ki Deniz Feneri isimli yardım kuruluşu, Almanya’dan topladığı paraları, Türkiye’deki bazı hayali şirketlerden mal satın almış gibi yaparak, buharlaştırmış!
Buharlaştırdı derken sözün gelişi elbette. Biliyoruz ki para buharlaşıp yok olmadı, bir kısmı bazı malum şahısların cebine girerken, geri kalan kısmı da siyasetin gayri resmi finansmanında kullanıldı.
Deniz Feneri e. V’den Türkiye’ye gelen paranın toplamının 17 milyon Euro civarında olduğu biliniyor.
Vatan muhabirinin araştırması yardım paralarının gönderilerek bazı mal ve hizmetlerin satın alınmış gibi gösterildiği şirketlerden bazıları hiç ortada yok. Yardım dağıtıldığı söylenen mahallelerin muhtarları, hayatları boyunca böyle bir yardım kurumu ile karşılaşmamışlar.
Bu şaşırtıcı bir sonuç değil.
Yardım paralarının Türkiye’de bu tür sahte şirketler aracılığıyla yok edilmiş olduğu zaten tahmin ediliyordu.
Soruşturmanın Türkiye ayağının bizzat hükümet tarafından engellenmiş olmasındaki amaç da böylece ortaya çıkıyor.
Zaman kazanmak, delil karartmak, suçluların ortadan yok olmalarına fırsat verebilmek!
Bülent Arınç şimdi hükümete Başbakan Yardımcısı yetkileriyle girdiğine göre, ilk iş olarak bu soygunun peşine düşmelidir.
Ama korkarım, soygunun izini sürerken karşılaşacağı isimler, canının çok fena sıkılmasına neden olacak!