BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan kürsüde nutuk atarken ya da gazetecilerin ısrarlı sorularını yanıtlarken bazen kendini tutamıyor ve ancak üzerinde çok düşünülünce söylenebilecek sözleri bir çırpıda arka arkaya sıralayıveriyor.
PKK’ya karşı bir "sınır ötesi operasyon sinyali" sayılabilecek sözlerini de böyle değerlendirmek gerek.
Başbakan yeteri kadar düşünmüş ve sözlerinin nereye gidebileceğini hesaplamış olsaydı, büyük olasılıkla böyle bir konuşma yapmayacaktı.
İşin ilginç yönü, muhalefet partilerinin de bu sözlerin üzerine atlaması.
İki olasılık var: Ya muhalefet partileri hükümetin bu işi yapamayacağını hesapladılar ve destekler görünerek hükümeti sıkıştırmak istiyorlar. Ya da onlar da aynen Başbakan gibi kolayca gaza gelebiliyorlar.
Her iki durum da sorunun ciddiyetiyle bağdaşamayacak bir tutuma karşılık geliyor.
Yıllardır süren PKK terörünün bize öğrettiği bir şey var: Havadan dağı taşı bombalamak hiçbir işe yaramıyor. PKK’nın sınırımızdan sızmasını önleyebilmenin yolu ise "sınırı ileriye taşımayı" gerektiriyor ki geçmişte Irak sınırının ötesinde bir güvenlik kuşağı oluşturularak yapılan buydu.
Zaten Irak Savaşı’ndan önce ABD ile bu konuda bir mutabakata da varılmıştı. Ancak "tezkere"nin TBMM tarafından reddi, bu mutabakatı bugün için uygulanamaz kılıyor.
Her gün bir kentte şehit cenazesi kalkarken soğukkanlılığımızı muhafaza etmemizin zorluğunu biliyorum.
Ama şu anda bize en çok gereken de soğukkanlılık.
Yapmamız gereken ise belli: Amerika’yı Kandil’deki PKK faaliyetlerinin durdurulması ve sınırdan sızmaların önlenmesi için ikna etmeye çalışırken, diğer yandan da sınırımızın içini gerçekten "güvenli" kılacak önlemleri alabilmek.
Bu tür karmaşık sorunların, heyecanla atılmış nutuklarla çözülemeyeceğini bakalım ne zaman öğreneceğiz.
Yarım kalan işi tamamlayalım
İTALYA’da "Kirli Futbol Soruşturması" büyük kulüplere verilen son derece ağır cezalarla tamamlandığında, hepimizin aklına benzeri bir durumla Türkiye’de karşılaşılsa ne olurdu sorusu geldi.
Başta Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin olmak üzere, Türk futbol kamuoyunun her kesimi, Türkiye’nin de böyle olaylarda İtalya örneğini izlemesi gerektiği görüşünü paylaşıyordu.
Ve şimdi bu sorunun yanıtını almak için önümüze önemli bir fırsat çıkmış bulunuyor.
Bugün Hürriyet’te okuyacağınız bir haber, Türkiye Süper Ligi’nin son haftasında meydana gelen "ilginç" olayların bir bölümüyle ilgili.
Prag’da yaşayan bir Türk işadamının Denizlispor yönetimine hitaben yazdığı bir mektuptaki iddialar, okuyana dehşet verecek nitelikte.
Şimdi Futbol Federasyonu’na düşen görev, ciddi ve kapsamlı bir soruşturma başlatarak bu iddiaların gerçeğin ne kadarını yansıttığını araştırmaktır.
Hatırlayacaksınız, Denizlispor Başkanı Ali İpek, sezonun sonuna gelinirken lig tamamlandığında çok önemli bazı olayları açıklayacağını söylemişti.
Ama sonra da takımı kümede kalınca tam siper olmuş, gazetecilerin bu yöndeki sorularını yanıtsız bırakmıştı.
Futbol Federasyonu yönetimi de kendisine "gel bakalım, neler açıklayacaktın, şimdi şu soruşturma komisyonuna bir anlat bunları" deme gereğini duymamıştı.
O gün yarım bırakılan bu işi, şimdi ortaya atılan yeni iddialarla birlikte tamamlamak gerekiyor.
Türkiye’de futbolun temiz bir oyun olarak oynanmasını isteyen herkesin bu soruşturmanın takipçisi olması gerekiyor.
Katolik Marco, Mehmet olur mu?
FENERBAHÇELİ futbolcu Marco Aurelio’nun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçişine ilişkin kararname imzalandı ve Aurelio artık TC kimliği de taşıyor.
Gazetelerin yazdığına göre Marco Aurelio, Türk vatandaşlığına geçerken "Mehmet" ismini almış.
Katolik bir Hıristiyan olarak doğumundan sonra vaftiz edilen bir kişinin, dinini değiştirmeden"Mehmet" ismini almasını yadırgadığımı söylemeliyim.
Türkiye’de geçmişten gelen bir uygulamayla nüfus müdürlükleri, Türk vatandaşlarının Türk isimleri almasını zorunlu kılıyordu. Ancak hatırlayacaksınız, bu yöndeki genelgeler bir süre önce yürürlükten kaldırıldı.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, genel ahlaka aykırı olmamak kaydıyla istedikleri isimleri çocuklarına verebilirler.
Ayrıca yine bilinen bir uygulama daha var: Türkiye Cumhuriyeti’nin Müslüman olmayan vatandaşları da kendi dinlerine ve geleneklerine uygun isimleri çocuklarına verebiliyorlar.
Dolayısıyla Marco Aurelio’nun vatandaşlığa geçerken bir de Müslüman ismi alması, ancak işgüzarlıkla açıklanabilir bir durum.
Doğru dürüst Türkçe konuşamayan, Katolik Marco’ya "Mehmet" adını vermek belki de bir "şaka" olmalı.