Paylaş
Olaylar bir taksinin polis tarafından durdurulması ile başlıyor.
Taksinin içindeki şahısların, bir gün önce polislere yönelik saldırıyı düzenleyenler oldukları söyleniyor.
Taksi durunca video kayıtlarından göründüğü kadarıyla üç sivil polis koşarak araca yaklaşıyor.
Ve taksinin kapısının açılmasıyla, taksinin içinden ateş açılması da bir oluyor, ilk polis tam bu anda şehit düşüyor.
Aracın önündeki polis de yine taksinin içinden açılan ateş ile yaralanıyor, sonra hastanede hayatını kaybediyor.
Taksi durur durmaz polisler harekete geçtiğine göre, takside şüpheli ve tehlikeli şahısların varlıklarının bilindiğini varsaymamız gerekiyor.
Yolu kapatıp, gelen bütün araçları aramak gibi bir durum söz konusu değil. Taksi duruyor ve üç polis, taksiye doğru hareketleniyor.
Sorulması gereken şey şu: Tehlikeli ve silahlı oldukları bilinen şahıslara karşı operasyon böyle mi yapılır?
Taksi takipte olduğuna göre, nerede durdurulacağı önceden planlanabilir, çevrede yeterli güvenlik önlemi alınırdı.
Bir gün önce polislere karşı silahlı saldırı yaptıkları bilinen teröristlere karşı harekete geçen polislerin üzerinde neden çelik yelek yoktu?
Böyle operasyona girişmek, bile bile ölüme gitmekten hiç de farklı değil, nitekim iki polis bu nedenle şehit oldu.
Bunun sebebi nedir?
Polisin eğitim eksikliği mi, kendisine aşırı güveni yüzünden prosedürlere uymaması mı, yoksa taksinin içindeki şahısların ne derece tehlikeli oldukları yönünde polislerin uyarılmamış olması mı?
Bunu açıklayacak bir soruşturma da başlatılır diye ümit ediyorum ki iki polis yok yere şehit düşmüş olmasın.
Öte yandan polislere ateş ettikten sonra kaçmaya başlayan saldırganların tam olarak Tahir Elçi’yi korumakla görevli polislerin önünden koşarak kaçtıkları da kamera kayıtlarında görülüyor.
Orada görevli polislerin silahlarına davranıp ateş ettikleri de!
Ama saldırganlar, bu polislerin burnunun adeta dibinden koşarak kaçıp gidebiliyorlar.
Bu nasıl olabiliyor? Hayati tehlike altında görev yapılan bir yerde polisler yeterince eğitimli değiller mi ki teröristleri vurup, etkisiz hale getiremiyorlar?
Ortada büyük bir zaaf var, Diyarbakır Baro Başkanı’nın ölümüne ve iki polisin şehit düşmesine neden olan büyük bir zaaf!
Buna neyin yol açtığını öğrenmek kamuoyunun hakkıdır.
Her olasılık incelenmeli
-TAHİR Elçi’nin ölümüne neden olan kurşunun “uzaktan” ateşlendiği belirtiliyor.
Ama ne kadar uzaktan? 50 santim? Bir metre? On metre? Bunu bilemiyoruz.
Bunu ve ne tür bir silahın kullanıldığını öğrenebilmemiz için mermi çekirdeğinin bulunması gerekiyor.
Ama ona da PKK engel oldu.
Olay yeri inceleme ekiplerinin ve savcının bölgede araştırma yapmasına ve bu cinayeti aydınlatabilecek en önemli veriye ulaşılmasını engelledi.
Roketlerle, uzun namlulu silahlarla ateş açtı ve ekiplerin çalışmasını engelledi.
Bunu neden yapmış olabilirler?
Kendi suçlarını örtbas etmek için mi? Yoksa sadece “salak ve kullanışlı” oldukları için mi?
Her ikisinin de mümkün olabileceğini söyleyebilmemiz için çok neden var.
Öte yandan Türkiye’de “derin devletin” de bu konularda masum olmadığını biliyoruz.
“Dişine kan değmiş kurtların” marifeti de olabilir bu suikast.
Bu cinayet, hiçbir olasılık göz ardı edilmeden araştırılmalıdır.
Yargı eliyle otoriter düzen
GAZETECİ arkadaşlarımız Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması, bir demokraside olmaz ise olmaz en önemli hakkın, halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkının yargı eliyle tecavüze uğramasıdır.
Demokrasi ile otoriter rejimleri ayıran şey öncelikle budur.
Halkın gerçeklere ve doğru bilgiye ulaşmasının önünde engel olmamalıdır ki hesap verebilir bir yönetim düzeni oluşsun.
Yönetimlerin halka hesap vermediği rejimlere demokrasi denmediğini de tekrarlamama gerek yok.
Özgür basın faaliyetinin, bir demokrasideki varlığı da esasen bunu sağlamak ile ilgilidir.
Fikirlerin serbestçe dile getirilmesinin yanında, halkın her şeyden haberdar olabilme hakkının korunması ile ilgilidir!
Ama bu en temel hak, Türkiye’de artık yargı eliyle tasfiye edilmek isteniyor.
Yargı otoriter bir rejimin ekmeğine yağ sürmek için adeta seferber olmuş, önüne gelen gazeteciyi ve fikir insanını içeri tıkmak istiyor.
m Dündar ve Gül’ün tutuklanmalarının ardından bazı yorumlarda şunu da okudum: Bu fotoğraflar zaten daha önce yayınlanmıştı!
Bunun da hiçbir önemi yok. Daha önce yayınlanmış olsa da olmasa da bir gazetecinin görevi böyle bir habere ulaştığında bunu yayınlamaktır.
Çünkü halk, parasının nereye gittiğini öğrenmelidir.
O dönemde astronomik boyutlara ulaşan örtülü ödenek harcamaları, bizim vergilerimizden yapılıyor.
Ülkeyi yönetenler, örtülü ödenekleri babalarının evinden alıp getirmiyorlar. Onun için halkın bunu öğrenmesi bir hak ve gazetecinin görevi de bunu sağlamak zaten.
m Cumhurbaşkanı, sözkonusu silahların ÖSO’ya ve Türkmenlere gittiğini söylüyor.
Olabilir, devletler böyle örtülü operasyonları hep yapıyorlar ve önümüzdeki yıllar boyunca da yapmaya devam edecekler.
Marifet, devletlerin bunu gizli yapabilmeleri, yakayı ele vermemeleri.
Bunu yaparken yakayı ele veren bir gizli servis, zaten işini yüzüne gözüne bulaştırmış demektir ve onun beceriksizliğinin sorumlusu ulaştığı haberi yayınlayan gazeteci olamaz.
Paylaş