Paylaş
Bu itiraz 11 Haziran 2014 tarihinde mahkeme başkanının karşı oyuna rağmen daha düşük rütbeli iki askeri yargıcın oyuyla reddedilmişti.
O karara muhalefet şerhi düşen mahkeme başkanı Hava Hâkim Albay Mustafa Pürtaş, karşı oy yazısında şöyle diyordu:
“Kovuşturmaya yer olmadığı kararının kamu vicdanını tatmin etmeyeceği, kısa vadede maslahata uygun ve kamu yararına uygun gözükse de uzun vadede mülkün temeli olan adalet duygusuna ve devlete zarar vereceği düşüncesi ile çoğunluk kararına karşı oy kullandım.”
Albay Pürtaş’ın karşı oyunda belirtiği sonunda gerçek oldu.
İdare-i maslahat işe yaramadı ve gerçekler ortaya döküldü.
Cumhuriyet’te Kemal Göktaş’ın haberlerinden öğrendik ki bölgede görev yapan sıralı bütün askeri yetkililer söz konusu kişilerin, terörist değil kaçakçı olduğunu değerlendirmiş.
Ama MİT’ten kaynaklandığını bildiğimiz istihbarat hatası, sonunda zamanın Genelkurmay Başkanı’na gece yarısı evinde imzalatılan bir emir ile ağır bir katliama neden oldu.
Bütün bunlar, Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturma sırasında biliniyordu.
Ama Askeri Savcılık, verdiği takipsizlik kararında bunlardan hiç söz etmedi.
Askeri Savcı, takipsizlik kararında “görev gereklerini yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri, dolayısıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren sebep bulunmadığını” yazıyordu.
Belli ki Askeri Savcı da o vakit “idare-i maslahat” için bölgede görevli subayların değerlendirmelerini dikkate almamış, almadığı gibi kararında bunlardan da hiç söz etmemiş.
MİT’in, Adana’da soruşturmayı yürüten savcılığa yanıltıcı bilgiler vermesi ve gerçeği saklaması da bunun üzerine tüy dikiyor.
Kamu görevlileri bilmeli ki adaleti engellemek için yaptıkları her şey önünde sonunda askeri yargıcın karşı oy yazısında belirttiği gibi devlete de adalet duygusuna da zarar veriyor.
Ülkesinde gizlice gezen Başbakan
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, New York’ta başlattığı “Terörün belini kırdık” konuşmalarına yine New York’ta devam etti.
Bu kez PKK’ya karşı mücadeledeki “dört hedeften” söz etti ve “Tayin edilen hedeflere ulaştık, PKK’nın belini kırdık” dedi.
Bu haber, artık ölümlerin durmasını, silahların susmasını isteyen herkesi sevindirir elbette ama acaba gerçekten öyle mi?
Hatırlayacaksınız, bayramda kimseye haber vermeden Konya’dan Diyarbakır’a gitti. Bayram namazının ardından Van’a uçtu, oradan helikopterle Yüksekova’ya gitti.
Akif Beki, bu trafiğin nasıl cereyan ettiğini Başbakan’dan uçakta dinlemiş, Hürriyet’teki köşesinde şöyle aktardı:
“Baştan sona gizli icra edilmişti bu operasyon, ön duyurusuz. Başbakan en yakınlarından bile nasıl sakladığını anlatmaya başladı. Konyalılar, Konya’da geceleyeceğini sanıyormuş. Uçağa binen refakatçi ekibin çoğuna bile Diyarbakır’a gideceği söylenmemiş. Kalkıştan sonra öğrenmişler bu hassas bilgiyi. Yüksekova’yı ise çok dar bir kadro, Genelkurmay Başkanı ile yakın çalışma arkadaşlarından bir-iki kişi hariç kimse bilmiyormuş. Her aşamada, sadece o aşamada görevli olanlar bilgilendirilerek yürütülmüş. Ve hep son dakikada. Diyarbakır’dan uçak havalandığında Başbakan’ın Ankara’ya yol aldığı zannediliyormuş mesela. Oysa havada burnu Van’a çevrilmiş ama Van’dakilere de haber edilmemiş bu rota.”
Gazetelerde Irak’taki askerleri ziyarete giden ABD başkanlarının, dışişleri bakanlarının böyle yaptıklarını okuyorduk ama ilk kez bir Başbakan kendi ülkesinde böyle gizlilikle hareket etmek zorunda kalıyor.
Neden böyle davrandığını anlamak mümkün ve elbette Başbakan’ın can güvenliği bütün ülke için çok önemli.
Ama o zaman çıkıp da “Belini kırdık” diye konuşunca da komik oluyor doğrusu.
Savaş ağalarının demokratik siyaset korkusu
PKK’nın saldırıları sürüyor, her gün şehit haberleri almaya devam ediyoruz.
Yetkililerin açıkladığına göre PKK da önemli kayıplar veriyor. Hepsi bu ülkenin çocukları olan gençler PKK’nın savaş ağalarının yazdığı senaryonun kurbanı olmaya devam ediyor.
PKK’nın savaş ağalarının derdi bu kayıplar değil tabii.
Eğer bu genç insanların ölümünü dert edinecek olsalardı, hiçbir sonuca ulaşamayacağı yıllardır ortada olan bu kanlı eylemlere onları sürmez, ölüp gitmelerini seyretmezlerdi.
Saldırılarını sürdürüyorlar, güya “alan hâkimiyeti” sağlayıp, “serhildan” dedikleri ayaklanmayı başlatacaklar.
PKK’nın savaş ağaları yıllardır bu silahlı mücadelenin içindeler ve en iyi onlar biliyorlar ki bu yolla ne alan hâkimiyeti sağlayabilirler, ne de bir halk ayaklanmasının fitilini ateşleyebilirler.
Ama bildiklerinin değil, hayal ettiklerinin peşindeler.
Çünkü temel bir dertleri var: HDP’nin barajın altında kalması ve demokratik yollarla hak arama sevdasının bitmesi.
Biliyorlar ki iş sivil siyasete döndüğünde kendilerine düşen bir rol olmayacak. Dağda oturup günün birinde af çıkmasını ve böylece normal hayata geri dönmeyi bekleyecekler ama buna ömürleri yetecek mi, orası da bilinmiyor tabii. Barış süreci diye bilinen süreç, hükümet tarafından samimiyetle yürütülüp gerekli demokratikleşme adımları atılabilseydi, onları tecrit etmek, marjinalleştirmek de mümkün olacaktı.
Şimdi bir yandan vahşice kan dökmeye devam ederken diğer yandan da seçimi bekliyorlar.
İstedikleri sonuca ulaşabilir ve HDP’yi demokratik siyasetin dışında bırakmayı başarabilirlerse çok sevineceklerine emin olabilirsiniz.
Paylaş