Paylaş
Sınavdan çıkmış öğrencileri hedef aldılar.
Evine, eşine, dostuna ulaşmak için otobüs bekleyenleri öldürdüler. Kim olduklarını, bu yazıyı yazdığım saatte henüz bilmiyorduk.
Bilsek de ne önemi var?
Hangi aşağılık örgüt, hangi canavar ruh bunu planladı ve gerçekleştirdi, bunun bir önemi yok.
Önemli olan böyle saldırıların ardından hep birlikte ayağa kalkabilmektir.
Gür bir sesle “sana yenilmeyeceğiz” diye haykırmaktır.
Saldırdıkları ve yıkmak istedikleri şey, bu ülkenin ta kendisidir çünkü.
Onlara yenilmeyeceğimizi, onlardan korkmadığımızı göstermenin zamanıdır.
İstiyorlar ki korku içinde yaşayalım, hayat biçimimizi değiştirelim.
Korkmayacağız.
Hangi aşağılık hesapların içinde olursanız olun, hangi karanlık amacınız olursa olsun, karşınızda bu halkın tümünü bulacaksınız.
Böyle olaylardan sonra yetkilileri suçlamak en kolay yoldur.
Hayır, bunu yapmayacağım.
Suçlu, bir arabaya doldurduğu bombaları getirip, masum insanların orta yerinde patlatandan başkası değildir.
Onların kim olduklarını, arkalarında kimler olduğunu, bu işi hangi amaçla yaptığını, bundan önceki saldırılarda olduğu gibi kısa sürede öğreneceğiz.
Hak ettikleri cezayı aldıklarını da görmeyi ümit edelim.
Anayasa Mahkemesi’ne neden bu kadar ‘kırgın’
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi Başkanı’na kırgın olduğunu söyledi. Kırgınlığının nedeni Anayasa Mahkemesi’nin, Can Dündar ve Erdem Gül’ün kişisel haklarının çiğnendiğine karar vermesi ve bunun sonucunda da Dündar ile Gül’ün tahliyeleri.
Tabii o “kırgın” olunca, gözüne girme yarışında olanlar “kanlı bıçaklı” oluyor.
Her gün bir demeç ya da köşe yazısı çıkıyor bununla ilgili olarak, Anayasa Mahkemesi ve Başkanı topa tutuluyor.
Normal olarak baktığımızda aslında hükümetin de Cumhurbaşkanı’nın da her dış temasta karşılarına çıkan bu sorundan, AYM kararı nedeniyle kurtulmuş olmalarına sevinmeleri lazım.
Nitekim AKP ve hükümetten gelen ilk açıklamalar böyle bir havadaydı.
Ama Cumhurbaşkanı ters çıkınca, onlar da hızla geri dönüp, AYM’nin karşısına geçtiler.
Peki Cumhurbaşkanı niye böyle davranıyor? İki gazetecinin tutuksuz yargılanacak olmasından neden bu kadar rahatsız?
Birinci nedeni şu olmalı: O da biliyor ki bu “casusluk” davasından bir şey çıkmaz. Herkesin bildiğini yayınlamışlar, kime casusluk yaptıkları bile iddianamede belli değil.
Davadan bir şey çıkmayacağı için istiyorlar ki yatırabildikleri kadar içeride yatırsınlar, başkalarına da gözdağı olsun.
İkinci nedeni ise Erdoğan’ın karakter özelliklerinde yatıyor: Ekonomiden tutun hukuka, mühendislikten tutun hekimliğe kadar her alanda en iyi ve en doğruyu kendisinin bildiğine inanıyor.
Etrafında bunun böyle olmadığını, eğitiminin bütün bunların hepsinde uzmanlaşmaya yetmeyeceğini söylemeye cesaret edecek olan da yok.
Otokrat kişiliği zaten böylelerinin etrafında barınmasına da olanak vermiyor.
Ve bu nedenle de Erdoğan, kesin kontrolüne alamadığı her kurumla önünde sonunda böyle bir çatışmaya girişiyor.
Bu kurumlar arasında Merkez Bankası da var, Twitter yasağının kaldırılmasından beri Anayasa Mahkemesi de var.
Anayasa Mahkemesi ile kamuoyu önünde takışması ilk kez olmuyor. Oysa Anayasa Mahkemesi’nin çoğunluk üyeleri, AKP’nin ilk Başbakanı ve ilk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından atanan muhafazakâr isimler.
Normal olarak Erdoğan’ın da bundan rahatsız olmaması gerekiyor ama işte geldiğimiz noktada adeta bir savaş ilanı da var.
“Anayasa Mahkemesi, kendi varlığını ve meşruiyetini tartışmaya açacak bu tür yollara temenni ederim ki bir daha tevessül etmez” derken bundan sonra alacağı kararlar ile ilgili bir “vesayet” kurma çabası da açık.
Bunu söyledikten sonra da Anayasa’nın değişmesinin artık elzem olduğunu söylüyor.
Yani mahkemeye diyor ki “ayağını denk almazsan, yeni Anayasa’da işini bitiririm”!
Yapar mı derseniz, eğer o olanağı bulursa bunu yapmakta bir saniye bile tereddüt etmeyecektir.
“Türk tipi başkanlık” sisteminde, zaten Anayasa Mahkemesi’ne ne gerek var?
‘Hepiniz Zühtü Arslan’ idiniz!
HAVUZ gazetesi ve besleme gazeteler ki hepsine kısaca “yandaş medya” da diyebiliriz, Cumhurbaşkanı’nın hedefe koyduğu herkes ile ilgili yayın yapmayı çok seviyorlar.
Böylece gazetelerin patronları, Cumhurbaşkanı’nın gözüne daha çok giriyor. Daha çok ihale ve kamu kuruluşlarının reklamlarını alıyorlar. En son hedef biliyorsunuz Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan.
Onunla ilgili korkunç gerçeği geçen gün ifşa ettiler.
Meğerse Zühtü Arslan, Polis Akademisi Başkanı iken açılan bir soruşturmada Fethullahçı bir kadrolaşmayı görmediğini söylemiş.
Söz konusu soruşturma 2010 yılında açılmış. Hanefi Avcı’nın, Emniyet’teki Fethullahçı örgütlenmeyi anlattığı için “sol terör örgütüne yardım yataklıktan” hapse atıldığı kitabı ile ilgili bir soruşturma bu.
Müfettişler, polis alımlarında Fethullahçılara ayrıcalık sağlanıp sağlanmadığını sormuşlar, o da şu cevabı vermiş:
“Sınav komisyonunu oluşturan kişilerin herhangi bir kadrolaşma içerisinde olduklarını ve öğrenci seçerken buna göre hareket ettiklerini görmedim.”
Bak sen şu işe!
2010 yılında, bu iktidarın içinde ya da yanında olup da Fethullahçı örgütlenmeyi reddetmeyen var mıydı?
Bizler bu köşelerde bunları yazarken, telefonlarımız bu nedenle dinlenir, olmadık suçlamalarla kimin ne zaman tutuklanacağı yandaş medyada tartışılırken, sizler neredeydiniz?
“Bitsin bu hasret dön artık” diye gözyaşı dökenler kimdi? “Ne istedilerse veren” kimdi?
“Her şeyi cemaate bağlıyorsunuz, abartıyorsunuz” yazılarını döşenenler kimdi?
Onların da hepsi Zühtü Arslan gibiydi! Fethullahçı çeteleşmenin ulaştığı boyutu biliyorlardı ama görmezden, duymazdan, bilmezden geliyorlardı.
Onun için Zühtü Arslan’a “çakmak” istiyorsanız başka şeyler bulun. Bu tehlikeli sulara girmeyin, timsahlara yem olmayın!
Paylaş