İSTANBUL’da metrobüs hattında çalıştırılmak için Hollanda’dan ithal edilen 26 metre uzunluğundaki Phileas marka otobüslerin "çaktırılmadan" seferlerden çekilmekte olduklarını dün Milliyet’te okudum.
İthal edilen 50 otobüsten 35 tanesi şu anda garajda bulunuyor ve belediye yetkilileri bunun "test amaçlı olduğunu" söylüyor.
Oysa bu otobüslerin ilk parti teslimi 2 yıl önce gerçekleştirilmişti.
Her bir için 2,4 milyon lira ödenmiş otobüslerin gerekli testler yapılmadan mı alındığını merak ettiğimi söylemeliyim.
Bu otobüsler alınırken konunun uzmanlarının yaptıkları uyarıları çok iyi hatırlıyorum.
Otobüslerin İstanbul’un doğal yapısı için elverişli olmadığı, içinde tıklım tıkış insan taşınamayacağı ile ilgili uyarılardı bunlar.
Belediye yetkilileri her zaman olduğu gibi uzmanlara kulaklarını tıkadılar ve milyonlarca lirayı bu Hollanda şirketine ödediler.
Şimdi bu hatalı seçimin bedelini kim ödeyecek?
Sorunun yanıtını hepimiz iyi biliyoruz: Hiç kimse ödemeyecek! İstanbul halkının cebinden çıkan paraları saymaz isek elbette!
Türkiye’deki temel sorunumuz bu zaten.
Hatalı kararlar vererek halkın parasını çarçur eden kamu görevlileri için böyle bir hesap sorma düzenimiz yok çünkü.
Bürokrasi siyasallaştıkça, o bürokratları koruma altına alan birileri her zaman oluyor.
Kıbrıs cephesinde yeni bir şey yok
ÇOCUKKEN Kıbrıs’a neden "yavruvatan" denildiğini anlayamazdım. Yaşım ilerledikçe gördüm ki bundan daha iyi bir tanımlama zaten olamazmış!
Artık biliyorum ki Kıbrıs gerçekten "yavruvatan" ve bunun için "olay yeri inceleme ekiplerinin" DNA testi yapmasına bile gerek yok! Kıbrıs’taki seçimi bildiğiniz gibi Ulusal Birlik Partisi kazandı.
KKTC demokrasi tarihi açısından önemli bir olaydır. İktidar bir kez daha seçimle el değiştiriyor, demokratik bilinç ve kültür yerinden oynatılamayacak biçimde yerleşiyor.
UBP’nin seçimi kazanması ve CTP’nin seçimi kaybetmesinin nedenleri ile ilgili yorumları dikkatle okudum.
Kıbrıs halkı çözümün bir türlü gerçekleşmemesi, ekonomik krizin olumsuz etkileri, bitmek bilmeyen yolsuzluk söylentileri gibi etkenlerle UBP’yi yeniden iktidara taşımış.
UBP iktidardayken çözüm yolunda önemli adımlar atılmış, Kıbrıs ekonomisi güllük gülistanlıkmış ve yolsuzluk söylentileri o zaman da yokmuş gibi!
Türkiye’ye benzerlik derken bunu kastediyordum.
Orada da siyaset bir o yana, bir bu yana kayıyor ama değişen hiçbir şey yok.
Yeni yüz yok, yeni bir şey söyleyen yok, yeni bir program ortaya koyan yok.
Söylene söylene ezberlenmiş sözler, sloganların ördüğü bir siyasal düşünce sistemi!
Gelenin gideni her zaman arattığı bir siyaset düzeni!
Ne diyeyim, sonuçlar Kıbrıs Türk halkına hayırlı, uğurlu olsun!
Başbakan doğru söylüyor ama
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Almanya’nın eski başbakanlarından Schröder’in doğum günü için Almanya’ya gitti.
Hannover’deki sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile de bir toplantı yaptı. Başbakan, Almanya’da yaşayan ve 18-21 yaş arasında vatandaşlık tercihi yapmak zorunda olan Türk gençlerine şu nasihati verdi:
"Almanya’da yaşayan vatandaşlarımız Alman vatandaşlığına geçmekte tereddüt etmesinler!"
Başbakan’ın söylediği şey aslında acı bir gerçeğin itiraf edilmesinden başka bir şey değil.
Belki bu nedenle kendisini kutlayabilirim de: Yalan dolana başvurmadan çarpıcı ve rahatsız edici gerçeği insanların yüzüne karşı söyleyebilme cesaretini bulduğu için!
Ama bu durum, söyleyenin kimliği ile birleşince biraz tuhaf oluyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, geleceklerini sağlama almaları için orada yaşayan gençlere "Bize gelmeyin, siz en iyisi Alman vatandaşı olun" diyor!
"Korkmayın, Türk vatandaşı olsanız da benzer haklarınız olacak, geleceğe güvenle bakacaksınız, iyi eğitim ve iş olanakları bulacaksınız, pasaportunuz dünyanın her sınır kapısında işe yarayacak" diyemiyor.
Bütün bunları gerçekleştiremeyeceğini kendisi gayet iyi bildiği için mi?
Bir şey sormak istiyorum: Türkiye’de yaşayıp da böyle bir seçim yapma olanağına sahip olmayan Türk gençleri ne yapsınlar?