Gördüğümüze mi inanalım söylenene mi?

ÖNCE bir fıkra anlatayım. Çünkü bu fıkra bugün Türkiye’de “ileri demokrasi” olduğunu iddia edenlerin durumunu çok iyi anlatıyor diye düşünüyorum.

Haberin Devamı

John, karısını en yakın arkadaşı Mark ile yatakta yakalamış. Olayın şokuyla şaşkınlıkla bakarken Mark yataktan fırlamış. “Hey John” demiş, “gördüklerine mi inanacaksın, yoksa en yakın arkadaşının sözüne mi?”

İktidar gördüklerimize değil, söylenenlere inanmamızı istiyor, ama buna inanmayı en çok isteyenler bile gördüklerinin şokunu üstlerinden atamıyorlar!

Üniversite sınavında “şifreleme” iddiaları ortaya atıldığında, yetkililerin doğru dürüst bir yanıt veremediklerini hatırlayalım. Hâlâ bu konuda tam olarak tatmin olmuş değiliz ama artık aş pişmiş bulunuyor, su katmayacağım.

Doğal olarak yıllardır sınav stresi içinde yaşayan gençlerin bir bölümü bu nedenle sokaklara döküldüler.

Bu gösterilerden biri de Balıkesir’de yapıldı.

300 lise mezunu gencin 45’i gözaltına alınmış, daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmışlardı.

Dün bu çocuklar yargıç karşısına çıktılar. Savcılık, “toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet” ettikleri gerekçesiyle çocukların 1.5 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasına çarptırılmalarını istiyor.

Haberin Devamı

Bu çocuklar “ileri” olanından vazgeçtim, normal bir demokraside böyle bir ceza istemi ile yargılanmazlardı.

Çünkü oralarda herkes bilir ki protesto gösterisi yapmak temel bir demokratik haktır ve gösteri çevreye bir zarar vermediği sürece cezalandırılması gerekmez.

Ama bizim “ileri demokrasimiz” haksızlığa uğradığını düşünüp, bunu protesto edenleri, çoluk çocuk demeden hapse tıkmaya yöneliyor.

Ve sonra da gördüklerimize değil, söylenenlere inanmamız bekleniyor!

İşkenceyle böyle mücadele edilmez

DÜN bu köşede New York’ta Haiti kökenli bir ABD vatandaşını devriye aracında dövdükten sonra karakolda taciz eden polis memurunun şartlı tahliye hakkı olmaksızın 30 yıl, ona engel olmayan polis memurunun da 15 yıl hapis cezasına çarptırıldığını yazmıştım.

Meğerse ben o yazıyı yazarken İstanbul’da, Festus Okey isimli bir Nijeryalı göçmeni, karakolda tabanca ile vurarak öldürdüğü iddiasıyla yargıç karşısına çıkarılan polis memuru ile ilgili “karar duruşması” varmış.

Polis memuru “taksirle adam öldürmek” suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Cinayet 20 Ağustos 2007’de işlenmişti, her şeyiyle ortada olan bir yargılamanın bitmesi bile 13 Aralık 2011’de mümkün olabildi. Temyiz süreci ne zaman tamamlanacak, Allah bilir.

Mahkemenin başkanı karara karşı yazdığı oy yazısında cezanın alt sınır olan 2 yıl 6 ay olmasını ve verilen cezanın da paraya çevrilmesini istemiş. Bir üye de sanığın suçunun “olası kast ile adam öldürmek” olarak değerlendirilmesi ve daha ağır bir cezanın verilmesi yönünde karşı oy kullanmış.

Somut bir olay bile bizim hukuk ve yargılama düzenimizde böylesine farklı değerlendirilebiliyor. Bu işte bir yanlışlık olmalı ama nerede, bilemiyorum.

Maktulün avukatı, sanığın savcılık ifadesinde “siyahi ve doğudan gelen vatandaşlar, suçlular arasında daha dikkat çekiyor” dediğini belirtiyor.

Sadece bu ifade bile medeni bir ülkede bir “nefret suçu” şüphesi yaratırdı, bu bile dikkate alınmamış.

Ve hâlâ karakollarda şiddetin nasıl bitirileceğinden söz ediyoruz.

Bir insanın, karakolda polis tabancasından çıkan kurşunla ölmüş olması bile yeterince cezalandırılamıyorsa, karakolda işkence ve kötü muamele ile nasıl mücadele edeceğiz?

Haberin Devamı

Bu işe hiç şaşırmadım

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, KCK soruşturması çerçevesinde tutuklanan ve yargılanan kişilerden bazılarıyla AKP’nin önde gelen kişilerinin de telefon görüşmeleri yaptıklarını, ama bu görüşme kayıtlarının ayıklandığını, dosyalara konulmadığını söyledi.

Demirtaş, bu kişilerin “bazı konularda ricacı olduklarını” da söylüyor.

Doğrusunu isterseniz buna hiç şaşırmadım.

Çünkü Türkiye’de suç ile doğrudan ilgisi olmayan telefon dinleme kayıtlarının iddianame eklerine konulmasının amacı bir suçu kanıtlamaktan daha çok telefonu dinlenen kişiyi peşin bir suçlu olarak ilan etme çabasıdır.

Bu görüşmeler ek dosyalara konulur ki gazetelerde yayımlansın, kamuoyu peşin bir hükme varsın!

Doğal olarak AKP ileri gelenlerinin bu tür telefon konuşmaları elenmiştir.

Ama aynı kişilerle, benzer konuşmaları bir muhalefet partisi yöneticisi yapmış olsaydı ya da o konuşmayı yapan kişi iktidarın sevmediği bir gazeteci olsaydı, hiç kuşku duymayın ki bunları dosyalarda bulabilecektik.

Bulmakla da kalmayacaktık tabii. Yandaş medyada bunlar çarşaf çarşaf yayımlanacak, muhalefetin KCK üzerinden PKK ile nasıl iletişim kurduğu dehşet verici öyküler haline getirilecekti.

Günlerce bunun üzerinde konuşulur, arada bir sürü önemli konunun gündemden düşmesi de sağlanırdı ki bu da iktidar için ekmek kadayıfının üzerine konulmuş bir parça kaymak tadında olurdu.

Yazarın Tüm Yazıları