Paylaş
Geziciler gibi filan olmayacaklarmış, ona göre yetiştirmek gerekiyormuş.
“Gezici” diye tanımladığı insanları o günlerde meydanlarda gördüm.
Hepsi okumuş, iyi çocuklardı. Yardımlaşmacı, haklarına sahip çıkmayı bilen, haklı olduğu bir meselede güce boyun eğmeyi reddeden çocuklar.
Bu konuşmasını dinlerken “Benim de bu işe bir katkım” olsun diye düşündüm ve gençlerin nasıl yetiştirilmemeleri gerektiği ile ilgili birkaç not aldım, sizlerle de paylaşayım da memlekete bir faydam olsun dedim!
-Her şeyden önce çocuklara, gençlere iyi örnek olmak gerek. Onlarla birlikte hırsızlık, yolsuzluk yapmamak lazım.
-Çocuklarımızı rüşvet işlerimizde bir aracı olarak kullanmak da hiç doğru bir yetiştirme yöntemi sayılmaz.
-“Oğlum sen ‘danışmanım’ de, böylece aldığımız rüşvetleri kamufle edebiliriz” diye bir yaklaşım, gençlerin yetişmeleri açısından hiç doğru bir tutum sayılmaz.
-Çocuklarımız, bulunduğumuz mevkilerden yararlanarak, birileriyle işler çevirip para kazanıyorlarsa onlara kasa hediye etmek yerine, yaptığının hem suç hem de ayıp bir davranış olduğunu söylememiz gerekir.
-Kaynağı belirsiz milyonlarca Euro’nun, doların “sıfırlanması” ve bir yerden diğerine nakledilmesi işinde de çocuklarımızı kullanmayalım lütfen. Onlar bu yaşlarında bu işlere bulaşırlarsa, ayıp ve suç kavramlarını algılayış biçimleri zedelenir, “Babam alıyor, ben de alayım o halde” diye düşünmelerine yol açar.
-Çocuklarımıza argo kavramlar da öğretmemeli ve onlarla konuşurken “kucağa oturacak” gibi cümleler kurmamalıyız. Onlar kullanmaya kalkarlarsa da ağızlarına biber sürmeliyiz.
-Çocuklarımız vakıf, dernek vs. kurup, kimliği belirsiz insanlardan yüz milyonlar alırlarsa ona da “Dur” demeliyiz! “Sen yoksa benim nüfuzumu mu kullanıp bu paraları topluyorsun, işin ne gücün ne, kaç para kazandın ki vakıf kurmalara kalkıyorsun” demeliyiz.
Tabii sadece bunlar yetmez, iyi terbiye vermek için, önce kendimiz de terbiyeli olmalı, şiddet dilinden uzak durmalı, insanları kategorize etmemeliyiz ki onlar da önlerindeki örneğe bakarak yetişmeli.
Mecburen yazılmış bir yazı
“KABATAŞ Yalanının” savunucularından Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi, benim geçen gün bu yalanları tek tek çürüttüğüm yazıma sinirlenmiş ve bir tweet atmış. Şöyle diyor:
“Hayatlarını cinsel fanteziler üzerine kuran “Etekli Yakup” ve benzerlerine sesleniyorum, kirli ellerinizi kadınlarımızın üzerinden çekin.”
Aklı sıra hakaret etmeye çalışıyor.
Önce şunu söyleyeyim, insanların yüzüne karşı söyleyemeyeceğin sözleri arkalarından söylemek ayıptır, aile terbiyesi ile ilgili bir eksikliğe işaret eder.
Bu İslamcı yazarlarda, gazetelerde bana “Yakup” diye hitap etmek bir alışkanlık haline geldi.
Belli ki ikinci adımı söyleyerek aşağılamak ya da kızdırmak istiyorlar. Hemen söyleyeyim, kızmam, zaten ortaokul ve lisedeki arkadaşlarım beni bu ismimle çağırırlar.
Ama ismimi bir aşağılama ifadesi olarak kullanmaya çalışmalarının, etnik nefret suçu oluşturduğunu akıllarının bir yanında tutmalarını öneririm.
Bana “etekli” sıfatını uygun görmelerinin nedeni sanırım İskoçya’da çektirdiğim “kiltli” fotoğraflarım.
Bu İskoçların milli giysisidir, iki kez İskoçya’ya gittim, viski tadım törenlerinde de giydim, bundan da utanmam.
İskoçlar cesur ve dürüst insanlardır, dost canlısıdır, milli giysilerini giydiğim için de gurur duydum.
Milletlerin ulusal giysilerini alay konusu yapmak, ırkçı nefret suçudur. Bununla ilgili suç duyurusunda bulunacağım.
Arapların binlerce senedir giydikleri giysiyi, “entari” diyerek aşağılıyor muyuz ki İskoçların giysilerini “etek” diyerek aşağılayalım?
Ayrıca “etek” kadınların kullandıkları bir giysidir, giyeni küçük düşürmez, kadın olmak da ayıp değildir.
“Etekli” sıfatını bir aşağılama ifadesi olarak kullanmak kadınlara da hakaret sayılır. Madem onlar size “emanet edilmiş”, niye aşağılıyorsunuz?
Hayatlarını yalanlar üzerine kuranlara şunu söylemek isterim ki elinizi de, dilinizi de kadınların üzerinden çekin artık!
Bunun adı faşizmdir!
SİYASİ partiler demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları.
Anayasa varlıklarını garanti altına alıyor, kanun istedikleri gibi propaganda yapma hakkını veriyor.
Siyasi Partiler Kanunu’nun 3. maddesinde, siyasi partilerin “Tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayacakları” belirtiliyor.
Önceki gün Çanakkale’de, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu zanneden, kanunların verdiği hakları serbestçe kullanabileceklerine inanan TKP’liler, parti binasına bir pankart açtılar.
Pankartta “Hırsıza, katile, yobaza geçit yok” yazılıydı.
Partilerin il ya da ilçe binalarına, bir pankart asmak, “açık propaganda” hakkının bir kullanım biçimidir.
TKP’liler de kanunun varlığına güvenerek, bunu yapmışlar.
Sonuç: Polis binayı basmış, içeridekileri yaka paça gözaltına almış.
Polis, gözaltına alınırken slogan atmaya çalışanların ağzını kapatmış (ki slogan atmak da açık propaganda hakkının bir parçasıdır), yere yatırıp kelepçelemiş!
Polis bu yetkiyi nereden almış? Kendi kafasından almış olmalı, çünkü kanun siyasi parti faaliyetlerinin serbestçe yerine getirilmesi gerekliliğinden söz ediyor.
Ama Türkiye artık bir polis devleti ve polis, muktedirin sinirleneceğini düşündüğü siyasi parti faaliyetlerine keyfi olarak engel olma hakkını kendinde görüyor.
Polisin böyle bir hakkı yoktur, bu Anayasa’yı ve kanunları yok saymaktır. Keyfiliktir.
Siyasi partilerin faaliyetleri sırasında suç olabilecek eylemler varsa bu Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı ilgilendirir, polis şeflerini, valileri, kaymakamları değil!
Bir de merak ettim: Polis, “hırsıza, katile, yobaza” geçit verilmesinden mi yana?
Paylaş