Paylaş
Milli Eğitim Bakanlığı, imzaladığı bazı protokollerle bazı vakıfların okullarda konferans, seminer gibi etkinliklerle ‘eğitime katılmasının’ yolunu açmıştı. Bu vakıflardan biri de Türkiye Gençlik Vakfı imiş ki TÜGVA kısaltmasıyla da maruf.
Vakfın yayın organı ‘Fikirname’ adını taşıyor. Bu dergide Salih Eğridere isminde bir mütefekkir, ‘Karşı Cins Rehberi’ isimli bir makale ile gençlere öğütler veriyor.
Anafikri şu: “Zaruri bir durum olmadıkça karşı cinsle konuşmaktan kaçınmak gerekir. Çünkü muhabbetin nereye gideceğini kestirmek zordur.”
‘Zaruret’ durumu nasıl anlaşılacak? Hangi durumu zaruri kabul edip karşı cinsten gençlerin birbirleriyle konuşmalarına hoşgörüyle bakacağız? Hangi durumlarda bu konuşma bir zaruretten değil de o anlık keyiften kaynaklanıyor olacak?
Karmaşık bir soru gibi görülüyor ama Eğridere, çözümü yazmış: “Mecburen muhatap olacağınız karşı cinsle gerektiği kadar ve ciddiyetimizi takınarak konuşup müsaade istemeliyiz.”
İnternet ‘temasları’ konusu da var tabii: “İnternet üzerinden yazışarak yapılan tüm münasebetler de bizi çekebileceği yer bakımından çok tehlikelidir. Bu konularda da hassas olup yaklaşmamak durumundayız.”
Eğridere Bey şu öğüdü de ihmal etmiyor: “Karşı cinsin dayanılması zor bir imtihan olduğunu unutmadan, şeytanın tuzaklarına karşı Allah’tan bizi korumasını dilemeliyiz.”
Günümüzde gençler bu öğütleri dinlerler mi, bir kulaklarından giren bu öğütler öbüründen çıkar mı?
Bir genelleme yapmak istemem ama nispeten muhafazakâr insanların daha çok ziyaret ettiği Haliç kıyılarında bu pazar günü küçük bir tur atarsanız, ikinci olasılık daha güçlü görünüyor.
Cinsiyetler arasında
bir karşılaşma biçimi
Flört dediğimiz şey elbette sadece gençler arasında cereyan etmiyor, onun için bu öğütleri biz büyükler de üzerimize alabiliriz tabii.
Bu insanlık tarihi kadar eski bir öykü ve muhafazakâr görüşler bazen kaynağını dinlerden de alsa, ne kadar aksini öğütlerse öğütlesin, insanlık tarihinin de ayrılmaz bir parçası.
Fransız tarihçi Jean Claude Bologne’ün yazdığı ‘Gönül Çelmenin Tarihi’ (Dost Yayınları, çeviren: Erkan Ataçay) isimli kitaptan daha önce de söz etmiştim.
Bologne, flörtün de bir tarihinin olduğunu, kadın-erkek ilişkilerinde zaman içinde görülen değişimlerin bu tarihi belirlediğini anlatıyor.
Vurgu yaptığı en önemli husus, kadının özgürleşmesinin, bu tarihin ana omurgasını oluşturduğu.
Kadının özgürleşmesiyle birlikte gönül çelme yöntemlerinin ve flörtün de çehre değiştirdiğini anlatıyor.
“Tavlama cinsiyetler arasında bir karşılaşma biçimidir ve sosyolojinin incelediği tüm biçimler gibi tarihsel değişimlere maruz kalır” diye yazmış sosyolog Kintzele de.
Özgür olmayan kadınların, geçmişte neler yaşadığını biliyoruz. Kaçırma, tecavüz, kadının rızasının alınmadığı görücü usulü evlilikler gibi!
Günümüzde de bu kalıpların varlığını sürdürebiliyor olması, en azından bazı kişiler ve çevreler için ‘normal’ algılanması, topluma egemen olan erkek davranış biçiminin varlığını koruyabilmiş olmasından kaynaklanıyor.
Ama ‘medeni dünyada’ durum değişti. Geleneksel kültürler ‘flörtü’ ahlaki bir çerçevede mahkûm etmeye çalışmış olsalar da günümüzde görücü usulü birleşmelerde bile artık kızların en azından ‘rızası’ alınıyor. Artık ana-babasının değil, kızın gönlü kazanılmalı ki bir ilişki doğup sürebilsin.
Freud’un ‘Mutlu Olma İhtimalimiz’ (Zeplin Kitap, çeviren: Mustafa Fırat) isimli aforizmalar kitabından bir söz aktarayım: “Hiçbir erkek birlikte olmak istemeyeceği bir kızla yakın arkadaş olmak istemez.”
Freud bunu hangi bağlamda söylüyor, az çok tahmin edebiliyorum. Çünkü Freud’a göre haz veren, doyum sağlayan her nesnenin ve her durumun cinsel bir niteliği var.
Yakın arkadaşlık da böyle bir duygu olduğuna göre Freud’un bu arkadaşlığın ardında cinsel bir dürtü olduğunu söylemesi normal.
Cinselliği, haz veren herhangi bir nesneye ya da uyarıcıya yöneliş olarak tanımladığına göre bu sözü söylemiş olabilir.
Öte yandan ‘yakın arkadaşım’ diyebileceğim çok sayıda kadın da var ki onlarla arkadaşlığımın gerekçesi ve biçimi kırk yıllık arkadaşım Ferit’le olandan farklı değil.
Şeytan bize niye
tuzak kurmadı?
Yani Eğridere’nin kadın-erkek arkadaşlıklarında kurulduğundan şüphelendiği ‘şeytan tuzaklarına’ rast gelmemiş bulunuyorum.
Acaba şeytanın mı çok işi vardı da bana ve kadın arkadaşlarıma tuzak kurmadı yoksa bizim aklımızdan bir ‘şeytanlık’ geçmediği için mi bize yaklaşamadı?
Hermann Hesse’nin ‘İnanç da Sevgi de Aklın Yolunu İzlemez’ isimli kitabından (Afa Yayınları, çeviren: Kamuran Şipal) da bir söz aktaracağım: “Başka nedenler bahane edilse de hayatta yapılan şeylerden pek çoğu kadınlar için yapılır.”
Başkalarını bilmem ama hayatım bunun için geçti diyebilirim.
Ne yaptıysam bir kadının gözüne girmek için yaptım.
Anneannem, annem ve ablamdan başlayarak, ilkokul öğretmenime ve sonra varlıkları sayesinde hayatımı güzelleştiren kadınlara kadar.
Yaramazlık yaparken de bir kadının gözüne girmeye çalışıyordum, sabahlara kadar ders kitaplarına gömülüp ‘adam olmaya’ çalışırken de!
Evet, yaşamımıza giren her kadın bizde silinmez izler bırakır ama bazıları iz bırakmakla kalmaz, eski bir arkadaşımın deyimiyle ‘kafanıza çivi çakar’.
O kadınlar, yeri değiştirilemez kadınlardır ve onların kafamıza çaktıkları çivilerle yaşarız.
Ve Ortega y Gasset dostumuzun da isabetle altını çizdiği gibi böyle bir kadını tanımak için onunla flört etmek gerekir:
“Kadın, ruhunu bireyselleşen erkeğe, ‘genel bir erkek, gelip geçen biri, herhangi biri olmaktan kurtulan erkeğe’ açar!”
Flört, iyidir. İnsana yaşadığını hissettirir.
Paylaş