Paylaş
Bu suça kısaca “Ergenekon davasını itibarsızlaştırma” adı veriliyordu. “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesinin pek hatırlanmadığı günlerdi. Bunu her türlü yöntemle yapabilirdiniz. Yeter ki savcıların canı sizi bir süre için içeri tıkıp gözdağı vermek olsun! Nitekim o günlerde birçok kişi bu suçu işlediği gerekçesiyle gözaltına alındı, sorgulandı, bazıları sanık bile oldu.
Önceki gün Ergenekon davasının savcıları esas hakkındaki mütalaalarını açıkladılar. 60 küsur ağırlaştırmış müebbet hapis cezası, çok sayıda da “silahlı terör örgütüne üye olma” cezası istediler.
12 Eylül döneminin gizli örgüt davaları ile kıyaslanabilecek bir mütalaa bu. Tabii o zaman idam cezası vardı, idam istiyorlardı, şimdi yok, onun yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor.
Peki, “Bu silahlı örgüt hangi eylemi yapmış” diye bakıyorum, Danıştay cinayeti çıkıyor karşımıza. “Danıştay cinayetinin bu örgüt ile ilişkisi nasıl kurulmuş” diye bakıyorum, karşıma çıkan sadece bir gizli tanık ifadesi! Onun da güvenilirliğini tartışma olanağını bulabilmiş değiliz!
Savcı mütalaasında “Ergenekon diye bir gizli örgütün varlığının kesinleştiğinden” söz ediyor.
Ama mütalaaya hızla göz attım, şunları bulamadım:
Bu örgütün lideri kim? Yardımcıları kimler? (Hatırlarsınız “kasası” olduğu iddia edilen sanık ölmüş ve beş kuruş parası da olmadığı ortaya çıkmıştı.) Örgütün üyeleri ile aralarında nasıl bir hiyerarşi mevcut, nasıl haberleşiyorlar, eylem planları nasıl yapılıyor, kararları kimler alıyor, kimler uyguluyor? Mesela Kemal Kerinçsiz ile Tuncay Özkan arasında nasıl bir örgütsel ilişki var? Ya da Yalçın Küçük ile Doğu Perinçek arasında?
Hükümeti silah zoruyla devirmek için nasıl bir güç oluşturmuşlar? Bu güç nerede? Silahları ne yaptılar? Yoksa Silahlı Kuvvetleri mi kullanacaklardı? O zaman Balyoz mahkûmları ile de ilişkileri olmalı değil mi?
Bu soruların açık bir yanıtı ve bu yanıta dayanak olacak kanıtları yok.
Bu duruma bakınca yazımın başında söz ettiğim suçu hatırlıyorum.
Yoksa bu davayı itibarsızlaştırmak isteyenler arasında savcılar da mı var?
Bu örgüt bu kadar derine sızmış olabilir mi? Ergenekon’un kolları acaba daha nereye kadar uzanıyor?
Ve Apo, TBMM’yi göreve çağırdı
ÇOK enteresan günler yaşıyoruz. PKK ile Apo üzerinden sürdürülen görüşmelerde geldiğimiz nokta, Apo’nun Meclis’i devreye sokma isteği!
Hükümet, bir yandan bu işten köşe bucak kaçıyor: “Görüşmeleri ben değil, devlet yapıyor” diyor, TBMM’ye bu konuyla ilgili bilgi vermek istemiyor. Diğer yandan da bu geri çekilme başarılır ise bunun siyasi sonuçlarından yararlanmak istiyor. Ki doğal olanı budur, siyasal sorumluluk alan, siyasal başarının da sahibi olur ama burada bir sorun var ki hükümet bu sorumluluğu da açıkça yüklenmiyor, laf geveliyor: Devlet görüşüyor, MİT görüşüyor gibi!
Ama şimdi iş geldi, TBMM’ye ulaştı. Apo diyor ki “Çekilme parlamento kararı ile olmalı”!
Apo’ya göre TBMM’nin bir komisyon kurması ve çekilmenin bu komisyonun gözetiminde yapılması gerekiyor.
Bu komisyonun kurulmasını kabul edecek Meclis’e bu konuda bilgi de verilecektir.
Ama bu bilginin her şeyi açıklamasını beklemek saflık olur, bu pazarlık sürecinin doğasına aykırıdır.
Ama yine de hükümetin TBMM’yi devreye sokmakta bu kadar gönülsüz olduğu bir ortamda, PKK liderinin TBMM’yi devreye sokma talebinin ilginçliğinin altını çizmekte yarar var.
Ne zaman isterse açıkmış ama dün hariç!
DÜN Milliyet’in birinci sayfasında şöyle bir “haber” yayımlandı: “Veda ve teşekkür – Milliyet gazetesinin değerli yazarlarından, 45 yıllık meslek ustası Hasan Cemal’le yollarımız bugünden itibaren üzülerek ayrılmaktadır. Kendisine gazetemizdeki 15 yıllık yazarlık yaşamı nedeniyle teşekkür ederiz. Ne zaman isterse Milliyet’teki köşesi ona açık olacaktır”.
Bunu okuyan bir insan ne anlar? Hasan Cemal, kendi isteğiyle gazetesinden ayrılmış!
Ama hiç de öyle değil. Hasan Cemal, salı günü yayımlanmak üzere yazısını yazdı, ama gazete yayınlamadı. Hasan Cemal de bunun üzerine gazetesinden ayrılma kararı aldı.
“Ne zaman isterse Milliyet’teki köşesi ona açıktır” denilmiş ama belli ki o zaman dünkü zaman değilmiş!
Burası gazetenin iç meselesidir, beni ilgilendirmez ama bir konu var ki o hepimizi ilgilendiriyor.
Hasan Cemal’in Milliyet’ten ayrılmasına neden olan olay, İmralı tutanaklarının Milliyet’te yayımlanması üzerine Başbakan’ın köpürmesindir. Başbakan isim vermeden de olsa, konuşmasında Hasan Cemal’e verdi veriştirdi.
Gazetenin yeni sahibi de bundan kendisine görev çıkardı ve Hasan Cemal’in ayrılma süreci böyle başladı.
Başbakan’ın bu sonucu istediğini düşünmüyorum.
Son zamanlarda gazetelerin, televizyonların patronlarını arayıp “Beyefendi şu habere çok kızdı”, “Yukarısı şu yazarın yorumuna kıl oldu” gibi “özel ulaklar” türedi. Çoğundan Başbakan’ın haberi bile yoktur, adım gibi eminim. Bunlar kendilerine bir iktidar alanı yaratmak istiyorlar ve bunu kullanıyorlar.
Başbakan bir gazete sahibine kızarsa, onun başına nasıl şimşekler yağdırıyor, bunu da herkes bildiği için özel ulakların işleri de kolaylaşıyor tabii.
Başbakan kendisi için, kendi isminin geleceği için bunu sorgulamalı: Neden onun Başbakanlığında bazı yazarlar artık yazamaz oluyorlar?
Kuşkusuz ki her iktidar gibi onun iktidarı da bir gün sona erecek. Gelecekte nasıl hatırlanacağını iyice bir düşünmeli.
“Başbakanlığı döneminde gazetecileri cezalandırdı, işten atılmalarına neden oldu” diye hatırlanmak, hiçbir demokrat liderin isteyebileceği bir şey değildir.
Paylaş