BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Denizli’deki kaplıca tatili sırasında cuma namazını kılmak için kaldığı otele 9 kilometre uzaklıktaki bir camiye gitti.
Gazetelerin yazdığına göre Erdoğan’ın camiye geç kalması nedeniyle öğlen ezanı yaklaşık 15 dakikalık bir gecikmeyle okunmuş.
Ezanın geciktirilebileceğini hiç duymamıştım. Ancak bunun Erdoğan’dan kaynaklanan bir talep olduğunu zannetmiyorum. Belli ki cami imamının bir işgüzarlığından başka bir şey değil.
Bu olay darbe günlerinden eski bir fıkrayı hatırlamama neden oldu.
Fıkra bu ya, Kenan Evren’in bir gün operaya gideceği tutmuş. Haber vermişler, en ön sıradaki yer ayrılmış, hazırlıklar yapılmış.
Perdenin açılacağı saatte bakmışlar ki ne gelen var, ne giden.
2 saat kadar sonra Kenan Paşa, efradı ile birlikte operaya gelmiş. Koltuğuna oturur oturmaz, hemen perde açılmış, temsil başlamış.
Bunun üzerine Kenan Paşa, Nurettin Ersin’in kulağına eğilmiş ve "Tam zamanında geldik" demiş!
Dedim ya bu sadece bir fıkra, "Gerçek değildir" diye kimsenin açıklama göndermesine gerek yok!
Hayrünnisa Hanım’a ’şıklık’ eleştirisi
TÜRBAN ile TBMM’ye girmek istediği için yemin edemeden milletvekilliği sıfatını kaybeden Merve Kavakçı, Hayrünnisa Gül’ün, eşi Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden önce de giyim ve başörtüsü ihtiyacını Paris’ten aldığını, bu nedenle "şık bir kadın" olduğunu yazdı.
Hürriyet’te bu haberle birlikte yayımlanan Hayrünnisa Gül fotoğrafına bakarken Merve Hanım’a katılmadığımı düşündüm.
Kılık, kıyafetini Paris’ten alan herkes şık olsaydı, Paris sokaklarında dolaşan bütün Fransız kadınları "şık" olurlardı ki böyle bir durum söz konusu değil.
Öte yandan Hayrünnisa Hanım ile ilgili eleştiri "şıklık" kavramının ötesinde.
Sonuç olarak "şık" olması ya da olmaması sadece kendisini ve eşini ilgilendirir. Kamuoyunun önünde olduğu için elbette eleştirilebilir ancak bu asıl sorun ile ilgili değildir.
Asıl sorun Hayrünnisa Hanım’ın başındaki türbandır:
Kadınlar ile erkekler arasındaki eşitsizliği açıkça vurgulayan, kadının toplumsal yaşamda yer alabilmesini belirli örtünme kurallarına bağlayan, toplumsal yaşamı dini esaslara göre biçimlendirmeyi talep eden siyasi İslám’ın sembolü olan türban!
Yaygınlaştıkça, bir mahalle baskısına dönüşen ve kadınları onsuz sokağa çıkamaz hale getiren türban!
Eleştirilen budur. Hayrünnisa Hanım’ın şık olup olmaması değil.
Türbanla da şık olmayı bir gün başarsa bile bu eleştiri bitmeyecek!
Lokantada mescit gerekir mi?
SABAH yazarı Nazlı Ilıcak, eski AKP Milletvekili Azmi Ateş ve eşiyle İstanbul’un tanınmış lokantalarından birine yemeğe gitmişler.
O sırada namaz vakti gelince Ateş, lokantada mescit bulunup bulunmadığını sormuş.
Konunun gazetelere yansımasından sonra Nazlı Ilıcak bir yazı daha yazdı ve bunun altında bir şey aramanın normal olmadığını, aranan yerin "namaz kılınabilecek her hangi temiz bir yer" olduğunu belirtti.
Ben de Azmi Ateş’in bu talebinin bir dini gösteri yapmak amacı taşımadığına, samimi olduğuna inanıyorum.
Ancak şunu da söylemem gerek: Madem namaz vakitlerinin kaçırılmamasını bir dini buyruk olarak kabul ediyor, öyleyse günlük yaşamını buna göre tanzim edebilmesi de mümkün.
İstanbul’da akşam ezanı saati bugünlerde 19.20 civarında. Yatsı ise 20.40 civarında kılınıyor.
Demek ki bir akşam yemeğine dostları ile çıkabilmesi için insanın namazını önceden kılabilmesi mümkün.
Böyle özel durumlarda akşam yemeği saatini biraz ileri almak, vakti kaçırmamaya yeterli!
İkinci olasılık ise Ateş’in de, Başbakan’ınki gibi, ezanı camiye geliş saatine göre okuyacak bir imam bulması.
Bu da bir fıkra konusu olabilir ama Ramazan günü bunu yapmayacağım!