ANAYASA tartışmalarının zaman içinde sadece türban konusuna odaklanmayacağını, Anayasa taslağının mesela neden daha özgürlükçü olmadığı gibi konulara kayacağını umuyordum.
Ama Türkiye’de yaşadığımı unutmuşum.
Konu dönüp dolaşıp yine paraya geldi çünkü.
Bir CHP’li, Anayasa taslağı hazırlayanlara ne kadar para verildiğini sordu.
AKP’li yetkili de "Para verilmedi, bu işin onuru önemlidir" gibi bir yanıtla konuyu geçiştirdi.
Elbette böyle bir görevi üstlenip layıkıyla yerine getirmek, bir insanın yaşamı boyunca gurur duyabileceği bir iştir.
Ancak unutmamak gerekir ki "angarya" da Anayasa tarafından yasaklanmış bir eylemdir.
Söz konusu milletvekilleri, yaptıkları işi "onur" için yaptıklarını söyleyip maaş almayı reddediyorlar mı ki, yıllarını bu işte uzmanlaşmak için geçirmiş profesörler bedavaya çalışsınlar?
Emeğe ve uzmanlığa saygının toplumumuzda yeterince yerleşmemiş olmasından kaynaklanıyor olmalı bu durum.
AKP’li yetkili şöyle söylemiş olsaydı, çok daha makbul ve medeni bir davranış sergilemiş olurdu: "Evet, bu iş için uzmanlara saatine şu kadar lira ödedik. Daha çok vermek isterdik, ama olanaklarımız bu kadar."
Ayrıca, unutmamak gerekiyor ki bu taslağın iyi ve yeterli bir taslak olup olmadığı, hazırlayanlara ödenmiş ya da ödenecek ücretlerle ilgili değil.
Böyle üniversiteye, böyle bienal
İSTANBUL Bienali Küratörü Hou Hanru’nun bienal kataloğuna yazdığı yazı, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı imzasıyla yayımlanan bir bildiriyle protesto edildi.
Merak ettim, 4 Eylül’de açılan bienalin kataloğundaki bir yazının protesto edilmesi için neden aradan üç hafta geçmesi gerekti?
Hocalar sergiye yeni mi gittiler, yoksa yazılanların ne anlama geldiğini yeni mi anladılar?
Küratörün tepki yaratan sözleri, Kemalizm’in tepeden inme bir modernleşme modeli kullandığını yazıyor.
Şunu da merak ettim: O dönemde, Türkiye’nin modernleşmesi için başka bir çare mi vardı?
Ancak sonuç olarak küratörün yazdığı şey bir düşüncenin ifadesi! Bu düşünceyi paylaşan birçok kişinin olduğu da bir başka gerçek!
Ve elbette ki her düşünce gibi, bu düşünceyi de herkesin paylaşması zorunluluğu yok.
Ve bir düşünceyi alelusul yazılmış bir bildiri ile protesto etmenin bir anlamı da olmaz.
Bunu paylaşmıyorsanız yapacağınız şey bellidir: Karşı bir tezle bu düşünceyi çürütmek.
İşi düşünce üretmek olan üniversite hocalarına da yakışan budur.
Ve bir not daha: Milliyet’in haberine göre, söz konusu bildirideki düşünceleri paylaşmadıklarını söyleyen bazı üniversite hocaları, isimlerinin açıklanmasını istememişler.
Bu da YÖK düzeninin üniversitelerimizi ne hale getirdiğini gösteren bir örnek!
Düşüncesini şu ya da bu nedenle açıklayamayan hocaların olduğu bir üniversiteye, üniversite denilemeyeceğini bilmiyorum söylememe gerek var mı?
’Tuz bende’ diye koşmak!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, New York’ta, ABD Başkanı Bush tarafından düzenlenen bir toplantıya çağrıldı.
Sanırım, ABD’den gelen her isteği emir telakki ediyor olmamızdan kaynaklanan nedenlerle, Erdoğan da bu toplantıya katılmakta bir sakınca görmedi.
Toplantının adı "Demokrasi Ortakları Yuvarlak Masa Toplantısı". Çağrılı ülkeler şunlar: Dominik, Irak, El Salvador, Gürcistan, Honduras, Litvanya, Filistin, Tanzanya, Botswana, Mauritus, Afganistan, Çek Cumhuriyeti, Arnavutluk, Letonya, Portekiz, Şili, Endonezya, Moritanya.
Türkiye’nin demokrasi deneyimi, bu ülkelerin en demokratından bile neresinden bakarsanız bakın bir kırk yıl fazla.
Türk yetkililerin iddiasına göre bu toplantıya çağrılma nedenimiz "demokrasinin örnek ülkesi" olmamız imiş.
Ama bence bu esasen ABD yönetiminin, "randevu veremedik, bari bir toplantıya çağıralım da ayıp olmasın" yaklaşımından kaynaklandı.
Böyle durumlar için de güzel bir halk deyişimiz var: "Her hıyarım var diyene, tuz bende diye koşulmaz!"