Paylaş
Şöyle diyor: “Biraz az kazanın ve kazandıklarınızı özellikle dar gelirli olan insanlarla paylaşın. Bunu bir defa başarmamız lazım. Neden? Fakiri tahrik etmeyelim ve paylaşımcı anlayışı hayatımıza egemen kılalım. Buradan bir şeyi özellikle vurgulamak isterim, hepimiz ölüp gidiyoruz, paraları beraber götürüyor muyuz? Paralar beraber gelmiyor, onlar bu dünyada kalıyor, arkada vârisler bunu paylaşacak. Gel bunu işçinle, onunla beraber bir kısmını paylaş, ondan sonra da gök kubbede hoş bir seda bırak. Önemli olan bu ve öldükten sonra da ‘Sorma, bizim öyle bir işverenimiz vardı ki, öyle bir patronumuz vardı ki gerçekten işçisinin hakkını çok ciddi manada gözetir, onun maaşını da gerçekten iyi bir konumda verirdi’, aslolan burası, bunu başarmamız lazım.”
Bugüne kadar gelir dağılımı meselesiyle uğraşan iktisatçıların ve politikacıların hiç aklına gelmemiş bir teori bu.
Ve gelecek yıl “üst akıl” bir dümen çevirmez ise Nobel Ekonomi Ödülü’nü rahatlıkla kazanabilecek bir teori!
Doğruluğu ampirik gözlemlerle defalarca kanıtlanmış “Kefenin cebi yok” kuramından gücünü alıyor.
Vergi ve istihdam politikaları gibi araçlar yerine de “hayır duasının yararlarını” öne çıkarıyor.
Ve nihayetinde de “Sen yemezsen başkaları yiyecek” hipoteziyle adil gelir dağılımını sağlayacak teoriyi kuruyor!
Şimdi sıra havuz müteahhitlerimizin bu işe öncülük etmesindedir diye düşünüyorum.
Onları gören diğer işadamları da harekete geçerse, gelir dağılımı sorunumuzu kolayca çözeriz!
Başkanlık için kostümlü prova
ANTALYA’daki G-20 zirvesi, Türkiye için de “başkanlık sisteminin kostümlü provası” gibi oldu.
Normal olarak G-20 toplantılarına, Türkiye adına “yürütme gücünün başı” olan başbakanlar katılırdı. Geri kalan 19 ülkenin de yaptığı zaten buydu.
Bu tür toplantılara icracı olan devlet yöneticisi katılır ki alınan kararların, yapılan konuşmaların, verilen sözlerin bir anlamı olsun.
Nitekim daha önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül değil, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu tür toplantılara katılırdı.
Dönem başkanlığı görevinin Türkiye’ye geçtiği Avustralya’daki toplantıya da bu nedenle Başbakan Ahmet Davutoğlu katılmıştı.
Ama Türkiye’deki toplantıya sıra geldiğinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başrolü kaptırmadı!
Yürütme organının başındaki Başbakan Ahmet Davutoğlu’na da bir teselli ikramiyesi gibi “yemek öncesi kokteyl düzenlemek” kaldı.
Cumhurbaşkanı’nın, Obama ile toplantısına AKP milletvekillerini de alması da üzerinde durulacak bir başka durum.
“Tarafsızlık yeminine” uymadığını biz zaten biliyorduk, böylece dünya kamuoyu da aynı mesajı almış oldu.
Başbakan’ın bu duruma düşmeyi içine nasıl sindirebildiği ayrı bir mesele ama uluslararası bir toplantıda Anayasa’da yazılı olmayan bir sistemin denenmiş olması yakışık almadı.
Cezayı masum insanlara çektirmeyin
OPERASYON nedeniyle sokağa çıkma yasağı ilan edilen Nusaybin’de, evinin önünde öldürülen beş çocuk annesi, dört aylık hamile, 44 yaşındaki Selamet Yeşilmen’in fotoğrafını gördünüz mü bilmiyorum.
Talihsiz kadın evinin önündeki merdivenlere sırtüstü düşmüş, kapının önünde terlikler, cam kırıkları, terliklerden birinin teki ortalarda görünmüyor, belki de Selamet Hanım’ın ayağında kalmış.
Selamet Hanım’ın iki çocuğu da ağır yaralı, hastanede tedavi altında, dilerim ki hayata tutunmayı başarsınlar.
Otopsi raporuna göre Yeşilmen’in vücudundan çok sayıda metal parçası çıkarılmış. Bunların ne tür bir silaha ait olduğu Adli Tıp incelemesinden sonra anlaşılacakmış.
Selamet Hanım’ın kimin kurbanı olduğu tartışılacak şimdi.
Güvenlik güçleri mi neden oldu, hendek kazarak akılları sıra özyönetim denemesi yapan PKK’lılar mı? Yoksa her ikisi birlikte mi?
Dünyanın hiçbir yerinde, toprakları üzerinde egemen olan bir devlet mahallelere hendekler kazılarak, patlayıcılar döşenerek, silahla “özyönetim” ilan eden bir örgüte müsamaha etmez.
Bunun tartışılacak bir yönü yok.
PKK’nın savaş ağaları bunu bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar ve istedikleri de zaten bu.
Onlar için kaybolan hayatların önemi yok.
Hatta yitirilen her candan besleniyorlar, doymak da bilmiyorlar.
İstiyorlar ki devletin güçleri ile normal vatandaşlar karşı karşıya kalsınlar, can kayıpları olsun, böylece insanların bir arada yaşama iradeleri erisin, yok olsun.
Böyle bir örgüt ile savaşan devlet mekanizmasının bunu düşünemiyor olması sorunumuz.
Onlar da bu özyönetim palavrasını sona erdireceğiz diye zücaciye dükkânına girmiş filler gibi davranıyorlar.
Bütün o mahallelerin silah ve bomba deposuna çevrilmesini sessizce seyrettiklerini böylece unutturmak istiyorlar.
Bölgede yaşayan insanları düşman gibi görüyorlar, görevlerinin sadece suçluları yakalamak olduğunu unutmuş gibiler, topyekûn bir cezalandırma isteği ile davranıyorlar.
Olan da orada yaşayan masum insanlara oluyor, çocuklar, anneler ölüyor.
Paylaş