E-posta kampanyalarına dikkat!

İNTERNETTE e-postalar aracılığıyla yürütülen kampanyaların ne kadar etkili olabileceğinin bir örneği dünkü Hürriyet’in manşetindeydi.

Habere göre, Leyla Zana’nın, LC Waikiki’nin ortağı olduğunu iddia eden e-postalardan sonra şirketin satışlarında önemli gerilemeler olmuş.

Bunun yanlış bir bilgi olabileceğini, şirketin ticari rakiplerinin bu tür bir işi yapabileceğini ya da kızgın bir müşterinin "Ben size gösteririm" intikamı peşinde koştuğunu kimse sorgulamamış.

E-posta kutuma her gün artık saymaya üşendiğim kadar elektronik mektup geliyor.

Önemli bölümü içi boş iddialar içeren ve toplumda mevcut bir hassasiyeti ya da endişeyi kullanarak yaygın bir panik ya da hareket yaratmaya yönelik mektuplar bunlar.

Eminim bana gelenlerin benzerleri her gün birçok kişiye gidiyor.

Bu tür e-postalardaki iddiaların doğruluğunu, yanlışlığını sorgulamak ise günümüz şartlarında son derece kolay.

Hazır bilgisayar açıkken internette kısa bir tur atmak bile iddiaların kofluğunu anlamaya yetiyor.

Toplumu yanlış bilgilerle dolu maillerle sözde bilgilendirmeye çalışanlara karşı alınabilecek fazla bir önlem de yok.

Sorumluluk bir kez daha sade vatandaşa düşüyor.

Her mektupta yazana inanmayın, büyük iddialarla dolu mektuplardaki bilgileri kontrol etmeden inanıp, posta kutunuzdaki her adrese göndererek yayılmasına hizmet etmeyin.

Gereken her bedel sadece ’hayat’ mıdır?

DÜN birçok yorumcu, Bush-Erdoğan görüşmesinin ardından sözü edilen "etkin istihbarat paylaşımı" meselesinin üzerinde duruyordu.

Ortak merak "Madem ABD’nin elinde böyle bir istihbarat olanağı vardı da neden bugüne kadar bunu müttefiki Türkiye ile paylaşmadı" sorusuydu.

Benim merakımı çeken konu ise şu: Türkiye, bunca yıldır Kuzey Irak’taki PKK varlığından kaynaklanan terörle mücadele ediyor. Bunca yıldır PKK’nın, başta Kandil Dağı olmak üzere bölgede üslendiğini, lojistik olanakları kullandıklarını biliyor.

Peki, bunca yıldır neden biz bölgede iyi bir istihbarat düzeni kuramadık da şimdi "ABD bize istihbarat verecek" diye seviniyoruz?

Paramız mı yoktu, aklımız mı yoktu?

Milyarlarca doları neden Awacs uçakları için harcadık? Awacs uçakları sınırdaki bu tür sızmaları tespit edemeyecekse, kime karşı alındı?

Diyelim ki bunlar daha önemli askeri hedefler için alındı. Peki, o zaman yıllardır canımızı yakan teröre karşı kullanmak üzere diğer istihbarat uçaklarından neden almadık?

Dünkü Vatan’da, bu tür istihbarat uçaklarının fiyatlarının 4,5 milyon dolar ile 90 milyon dolar arasında değiştiğini anlatan bir haber vardı.

"Gereken her türlü bedeli öderiz" diyenlerin beş yıllık iktidarları boyunca bu iş için kıllarını kıpırdatmamış olmasını nasıl açıklamalıyız?

Yoksa "gereken her bedel" dedikleri sadece daha yaşamlarının baharındaki delikanlıların hayatı mıdır?

Çarpık olan asıl bu zihniyet

ADALET Bakanı Mehmet Ali Şahin, teröristler tarafından silah zoruyla kaçırılan askerlerin dönüşünün ardından şöyle söylemişti:

"Ben bu askerlerimizin o gece teröristlerle gitmiş olmasını içime sindiremedim. Bizim askerlerimiz gerektiğinde şehit olmayı göze almalıdır."

Dün de gazetelerde bu sözleri nedeniyle eleştirilen Bakan Şahin adına yapılan açıklamada şöyle denildi:

"5 Kasım’da basın mensuplarımızın soruları üzerine yaptığım kişisel değerlendirme bazı çevrelerce maksadından saptırıldı."

Bakan’ın o gün gazetecilere söylediği sözlerin yanlış anlaşılacak her hangi bir yönü yok.

Dolayısıyla çarptırılmaya da müsait değil.

Bakan, açıkça o askerlerin olay yerinde şehit edilmek yerine silah zoruyla kaçırılmalarını içine sindiremediğini söylüyor.

Askerlerin kurtulduğuna sevinemiyor ve sonra da özür dileyeceğine kalkıp "sözlerim çarpıtılıyor" diyor.

Çarpık olanın asıl bu zihniyet olduğunu anlamazlıktan geliyor!

Siyaset adamlarının ağızlarına ve akıllarına ilk geleni uluorta söylemek yerine durup biraz düşünmeleri gerektiği gerçeğini kendisine bir kez daha hatırlatmak gerekiyor.
Yazarın Tüm Yazıları