Paylaş
“Dinen meşru” vurgusuna özellikle dikkat çekmek istiyorum.
Artık toplumsal düzenimiz dinin meşru gördüğü ve meşru görmediği konular üzerinden şekilleneceğe benziyor.
Hemen her konu ile ilgili referans giderek din oluyor. Gözler Diyanet’e çevriliyor, ilan edilmemiş Şeyhülislam’ın fetvası bekleniyor. Dünya işleriyle, din işleri iç içe giriyor, Türkiye’yi belli bir mezhep kendi kafasına göre şekillendirmek istiyor.
Secde Suresi’nin 8 ve 9. ayetlerine göndermeler yapılıyor. Bir mezhebe göre “ceninin içine ruh üflenmesinin” 120. günü bulduğu, diğer bir mezhebe göre bu sürenin 42 gün olduğu anlatılıyor. Ve bunların hepsi “sahih hadis kaynaklarına” dayandırılıyor.
Toplumun buna göre yaşaması, düzenin buna göre kurulması ve herkesin sesini çıkarmadan buna uyması bekleniyor.
İnanan insanların, inançlarına göre yaşamalarında bir sorun yok. Hangi mezheptenseniz kişisel kararınızı ona göre verebilirsiniz, buna da kimse karışamaz.
Ama bunları toplumun tümüne, kanunlar da çıkararak dayatmaya kalkarsanız, Cumhuriyet’in en temel ilkelerinden birini bozarsınız.
Modern bir toplumda, toplumsal yaşam inançlara göre düzenlenmez, çünkü adı üstünde modern toplumun olmaz ise olmazı inanç özgürlüğüdür ve hiçbir şeye inanmamayı da içerir.
Modern toplum, laikliği bunun için benimsemiştir. Böyle konularda bir karar verilecekse önce “Hangi inanç ne diyor” diye değil, “Bilim ne diyor” diye bakılır.
Elbette laik düzeni korumak istiyorsanız!
Bu talimatlar işe yaramıyor
TÜRK Silahlı Kuvvetleri için insansız hava araçları yapan şirketin muhasebecisi evinde saldırıya uğrayarak öldürüldü. Allah rahmet eylesin. Dilerim ki caniler kısa sürede yakalansınlar ve cezalarını çeksinler.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 1990’lı yıllarda birlikte siyaset yaptığı arkadaşının yeğeninin öldürülmesinin aydınlatılması için yetkililere talimat vermiş, dün okuduğum haberlerde bu bilgi de aktarılıyordu.
Ama doğrusunu isterseniz “Başbakan’ın talimatının” bu konuda işe yaramayacağını da düşünüyorum.
Hatırlayacaksınız, KPSS soruları çalındığında da Başbakan böyle bir talimat vermişti. MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdürü’nü yanına çağırtmış ve “Bu işi yapanları hemen bulun, dosyayı da bana getirin” demişti.O günden bu zamana neredeyse iki yıl geçti, ortada ne yakalanan var, ne de dosyası savcılığa ya da Başbakan’a teslim edilen birileri.
Her pazartesi bunu hatırlatmaya devam ediyorum, Devlet Denetleme Kurulu’nun konuyla ilgili raporu bile gizlilik içinde tutuluyor, yetkililer tam siper olmuşlar.
Bakalım bu kez “talimat” yerine getirilebilecek mi?
Bu yazıdaki her şey hayal mahsulü
AMERİKAN filmlerindeki gibi bir giriş yapacağım: Biraz sonra okuyacağınız olay tamamen hayal mahsulüdür. Kişiler ve yerler ile ilgili benzerlikler tamamen tesadüften ibarettir!
Şimdi konuya girebiliriz: Ülkenin birinde, ülkenin yöneticisinin görev süresinin sonunda artık bir daha o makama dönüp bakmayacağı belli olduğunda, gözü o makamda olanları tatlı bir telaş sarmış.
Kimse açıkça ortaya çıkıp “Ben o makama adayım” demiyormuş ama kalpler de hızla çarpıyormuş.
Böyle bir durumda medyanın desteği de önem kazanmış tabii. Bazı siyasetçiler ile ilgili haberlere ambargo uygulayan gazeteler, televizyonlar bile olmuş.
Bu aday adaylarından biri de bu durumu görünce kendisine bağlı bir medya yaratmanın hevesiyle, yabancı bir ülkede değişik dillerde yayın yapan bir televizyon kuruluşunun ülkeye getirilmesine ön ayak olmak istemiş.
Bunu kolayca yapabileceğini düşünüyormuş çünkü kanunlara göre sermayesi yüzde yüz yabancı olan bir televizyon da kurulamıyormuş. O da bu sorunu kendi yakın adamlarından birini bu işin ortağı yaparak aşmayı planlamış. Gösterdiği adam beş kuruş ödemeden şirkete büyük ortak olmuş, şirketin başına da yurtdışından bir başka “adamımız” getirilmiş.
Ama işler beklendiği gibi gelişmemiş. “Adamımızı” yabancı kuruluş beğenmemiş, adam ortada kalmış.
Sonra ülkede kanun da değişmiş. Artık yabancı şirket yöneticisi kendi başına da bu işi yapabileceğini görünce kâğıt üzerindeki büyük ortağa gidip, “hisseleri devret aziz kardeşim” demiş.
Kâğıt üzerinde büyük ortak olan şahıs burada mızıkçılık çıkarmış. “10 milyon dolar almazsam hisselerimi size geri vermem” diye ayak diretmeye başlamış.
Bir yandan da “stratejik hesaplar ile” bu işe giren siyasetçinin kapısını aşındırıyorlarmış, “adamın bize hisseleri vermiyor” diye.
Durum halen böyle olduğu için de o televizyon bir türlü yayına başlayamıyor, siyasetçi de işin içinden nasıl çıkacağını kara kara düşünüyormuş!
Onlar ersin muratlarına, bakalım kim çıkacak gidecek olanın kerevetine, tahtına!
Paylaş