Paylaş
Yine Başbakan’ın ifadesine göre değişiklik 12 maddeden oluşuyor, çok sayıda geçici ve geçiş maddeleri de olacakmış.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel organlarının görev ve yetkileri değişiyor ve bu 12 maddelik bir paketin içinde halledilecek.
Sadece bu bile işin ne kadar sorunlu olduğunu göstermeye yetecek bir veri aslına bakarsanız.
Niye böyle oldu, bir tek nedeni var: MHP Genel Başkanı, Anayasa’da yaratılan fiili durumun anayasal hale getirilmesi gerektiğine karar verdi.
Anayasa’nın sınırlarını zorlayanları Anayasal çizgiye yöneltmeye çalışmak yerine, o davranışları meşrulaştıracak bir adımı destekleyeceğini açıkladı ve artık öyle görünüyor ki yolun önemli bölümünü de geçmiş bulunuyoruz.
Ve bu yol, geri dönüşü artık çok zor olacak bir yol.
Geri dönüşü olmayan bir yola giriliyor ve milletvekilleri, ne olduğunu tam olarak bilmedikleri bir Anayasa değişikliği için boş kâğıtlara imzalar atıyorlar, bunu yaparken de tebessüm ederek fotoğraflar çektiriyorlar.
Türkiye, tehlikeli bir duruma sürükleniyor: Bir tek adam rejimi kurulacak. Cumhurbaşkanı seçilecek kişi, partisini kontrol etmeye devam edecek.
Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu bugünkü haliyle muhafaza edildiği için bugünkü Meclis’ten daha farklı bir Meclis seçemeyeceğiz.
Milletvekilleri yine liderlerinin iki dudağının arasına sıkışıp kalacak, kendi iradelerine sahip çıkamayacaklar.
Cumhurbaşkanı seçimi ile milletvekili seçimleri birlikte yapılacağı için seçimi kazanacak o tek kişi, Meclis’in de tek hâkimi olacak.
Ve o tek kişi yürütme yetkisini kullanırken de kimseye hesap vermek durumunda olmayacak.
Kararnameler ile ülkeyi yönetecek, canı isterse Meclis’teki çoğunluğuna bir işaret ile istediği kanunları da çıkaracak.
O tek kişi, yürütmenin başı olarak yüksek yargının yarısını seçecek. Daha sonra da dönüp TBMM’deki çoğunluğun başı olarak yüksek yargının geri kalan yarısını seçecek.
Yasama, yürütme ve yargı güçlerinin bir tek kişinin elinde toplanacağı yeni bir rejim geliyor.
Ve bu rejim değişikliği, milletvekillerinin kaldırıverecekleri bir parmakla gerçekleşecek. AKP milletvekilleri reisin gözüne girmek için, MHP milletvekilleri eminim ki neden böyle yaptığını kendilerinin de bilmediği Genel Başkanlarının öfkesini üzerlerine çekmemek için bunu yapacaklar. Türkiye’nin geleceği için değil, kendi şahsi menfaatleri ve dar grup çıkarları için oy kullanacaklar.
Tarih, ileride herkes hakkında hükmünü verecek.
EVDEKİ HESAP ÇARŞIDAKİ HESAP
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, “Rusya, Çin ve İran ile konuştum, kendi paralarımızla alışveriş yapacağız” dedi.
Yani biz onlardan mal ya da hizmet satın alırsak bedelini onların parasıyla ödeyeceğiz, onlar da bizden aldıkları mal ve hizmetlerin bedelini Türk Lirası ile ödeyecekler.
Uğur Gürses geçen gün Hürriyet’te yazdı, bu üç ülke ile olan ticaretimizde 41.7 milyar dolarlık net ticaret açığımız var.
Tabii Cumhurbaşkanı bu işleri herkesten iyi bilir ama şöyle bir durum ortaya çıkacak:
Türkiye, her yıl 41.7 milyar dolar karşılığı ruble, yuan ve İran Riyali bulmak zorunda.
Bunu nereden bulacağız? Uluslararası para piyasalarına çıkıp ruble, yuan ve İran Riyali satın almamız gerekecek.
İkinci bir olasılık da tabii bu ülkelerin bize kendi paralarıyla borç vermeleri olabilir ama sonuç itibariyle bu borç da geri ödeneceğine göre bu kez faiziyle birlikte ruble, yuan ve İran Riyali ödemek zorundayız.
Bunun için de yine piyasalara çıkıp ruble, yuan ve İran Riyali almak gerekir. Bu paralara olan talep böyle artınca bir tek şey olur: Bu paraların değeri, bizim paramıza göre artar.
Aynı malları daha fazla ödeyerek almak, aynı malları daha az kazanarak satmak gibi bir durum bu.
Evdeki hesabın çarşıya uymaması ile ilgili atasözünü hatırlatmama gerek var mı bilmiyorum ama bu işler hayal kurarak olmuyor.
Ekonomiyi güçlendirici yapısal reformlara bir an önce girişmek, ekonomiyi yöneten kurumların bağımsızlığına hassasiyet göstermek ve sınırlı kaynaklarımızı daha verimli alanlara yatırmak daha doğru bir başlangıç olur.
MONDROS, SEVR VE KUVA-YI MİLLİYE
HÜRRİYET yazarı arkadaşımız Taha Akyol’un, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve tarih sahnesinden silinmesiyle sonuçlanan gelişmeleri anlattığı kitabı yayınlandı: 1919–1920: Mondros, Sevr ve Kuva–yı Milliye. (Doğan Kitap)
Bu kitap, Taha Akyol’un yakın tarihimizdeki gelişmeleri anlattığı üçüncü kitabı. Daha önce de Rumeli’ye Veda ve Bilinmeyen Lozan isimli kitaplarını yayınlamıştı.
Tarihimizdeki her türlü gelişmeye, bugünkü dünya görüşlerimizi haklı çıkarmak için tek yönlü olarak bakmak gibi bir hastalığımız var.
Kolayca tedavi edilebilecek bir hastalık değil bu çünkü sonuç olarak bunlar bugünkü siyasi ve ideolojik mücadeleler için de bir tür “savaş malzemesi” gibi görülüyor.
Taha Akyol’un bu üç kitabı da elbette Taha Akyol’un kendi düşünsel duruşunun bir ürünü olmakla birlikte olayları kendi tarihsel bağlamından koparmamaya çalışarak anlatıyor.
Daha önce yazdığı diğer ikisi gibi bu son kitabını da bugün size öneriyor olmamın nedeni son günlerde sıkça gündeme getirilen konular hakkında hiç değilse bir fikir sahibi olmanın önemine inanıyor olmamdır.
Gazeteciliğinden kaynaklanan akıcı bir üslup, bu konularla akademik düzeyde ilgilenmeyen okuyucular için kitabı hızla ve rahatlıkla okuma olanağını veriyor.
Zengin kaynakçanın hepsini okuma olanağı bulamayacak ama bugünkü tartışmalarda kimin neyi ne kadar bildiğini ya da doğru söylediğini öğrenmek isteyen okuyuculara öneririm.
Paylaş