Paylaş
Abdullah Öcalan, 10 maddelik bir liste yapmış, heyetler de bu liste üzerinde anlaşmaya varmış.
Olumlu bir gelişme, en azından çatışmasızlığın bir süre daha devam edeceğini garantiliyor.
Ancak “barış sürecinin yeni bir aşamasında” olduğumuzu düşünmüyorum, üç gün önce hangi aşamadaysak, şu anda da aynı yerdeyiz diye düşünüyorum.
Birincisi PKK’nın tutumunda bir değişiklik görünmüyor.
KCK yöneticisi Murat Karasu, açıklamanın yapılacağı günün sabahında bakın ne dedi:
“Kandil, devlet heyetinin, seçim öncesinde hiçbir müzakere yapılmadan, hiçbir mutabakata ulaşmadan silah bıraktırma çağrısı yaptırma çabasının bir oyun olduğunu ve bunun kabul edilemeyeceğini HDP heyetine bildirmiştir. Bu sorun çözülmeden PKK silah bırakacak, PKK kongresini yapıp silah bırakma kararı alacak biçimindeki yaklaşımlar demagojidir, toplumu aldatmaktır.”
İkincisi, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın, Öcalan’ın 10 maddelik “mutabakat önerisi” ile ilgili olarak yaptığı açıklamasında saklı: “Demokratik siyasetin bir yöntem olarak öne çıkarılması konusundaki açıklamayı önemli görüyoruz” diyor.
Türkiye’yi bir polis devletine dönüştürmek konusunda ısrarlı olan bir hükümet, demokratik siyasetin önünü nasıl açacak, merak ediyorum.
Üçüncüsü, Sırrı Süreyya Önder’in sözlerinde. Okuyalım: “Hem gerçek bir demokrasinin hem de büyük barışımızın omurgasını teşkil edecek olan olgusal başlıklarımız şöyle: 1– Demokratik siyaset, tanımı ve içeriği. 2– Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması. 3– Özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri. 4– Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına yönelik başlıklar. 5– Çözüm sürecinin sosyoekonomik boyutları. 6– Çözüm sürecinde demokrasi güvenlik ilişkisinin, kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması. 7– Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri. 8– Kimlik kavramı, tanımı ve tanımlanmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi. 9– Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması. 10– Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa.”
Birazcık Türkçe bilen herkes bu metnin bir “mutabakat” metni olmadığını, bunun “görüşülüp, çözümlenmesi gereken meseleler listesi” olduğunu anlayabilir.
Bunları kim görüşecek belli. Hükümet, HDP ve PKK.
Ama hükümetin hedefi, kendi açıklamalarına bakarsak “Türk tipi başkanlık sistemi” değil mi?
Otoriter bir tek adam yönetimi kurma peşindeki zihniyet, bu “yol haritasını” nasıl yürütebilecek?
Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan, konunun bu yönüne hiç girmiyor, sadece “silah bırakma çağrısı” üzerine yorum yapıyor.
Tekrarlıyorum: Evet, bu ortak açıklama çatışmasızlığın devamı ve can kayıplarının önlenmesi için son derece olumludur ama “barış sürecinin yeni bir aşamaya geldiği” iddiası bir palavradan ibarettir.
Gelinen yeni bir yer yok, aynı yerde dönüp duruyoruz!
Siemens rüşvetçilerini de kurtardılar
BİR savcı tarafından aldatıldım!
Savcıların elbette gazetecilere her zaman doğru şeyleri söylemeleri gerekmez.
Soruşturmanın gizliliğini korumak açısından ya da soruşturmanın selameti açısından gazetecilerin her sorduklarına yanıt vermek durumunda değillerdir.
Ama soruya yanıt vereceğim diyerek gazetecileri kandırmaları, doğru olmayan şeyler söylemeleri de gerekmez.
En azından ayıptır diyelim!
Olay şöyle gelişti: Hatırlayacaksınız, Siemens şirketi uluslararası ihalelerde rüşvet verdiği gerekçesiyle Almanya ve ABD’de büyük para cezaları ödedi.
Şirketin tepe yöneticilerinden biri Almanya’daki sorgusunda, Türkiye’de de rüşvet verdiklerini, bir aracı vasıtasıyla “telekomünikasyon bakanıyla” (bizdeki karşılığı Ulaştırma Bakanı oluyor) yemek yediklerini, ihaleyi böylece aldıklarını açıklamıştı. İfadesinde şöyle diyordu: “Türkiye’de askeri bir ihaleyi kapatmak için rüşvet verme kararı alındı. Rüşvet işini düzenlemesi için bir aracıyla anlaşmaya varıldı. İhaleyi 150 milyon Euro bedelle Siemens aldı.” (7 Aralık 2006)
Bunu susturulmadan önce Metin Münir, Milliyet’te bir dizi yazı olarak okuyucularına duyurdu. (26 Ağustos 2008)
Ben de aynı yılın eylül ayından beri bu soruşturmayı takip ediyordum, bununla ilgili onlarca yazı yazdım.
Israrlı sorularım ve “Savcılar uyuyor mu” uyarılarım üzerine 28 Mayıs 2013 tarihinde, Ankara Başsavcı Vekili Nuri Yiğit beni telefonla aradı ve “Soruşturma sürüyor, Almanya’dan istediğimiz belgelerin gelmesini bekliyoruz” dedi.
Ben de 29 Mayıs 2013 tarihinde bu açıklamayı “Savcılarımız uyumuyormuş” başlığıyla sizlere sundum.
Asuman Aranca’nın Sözcü’de yayınlanan haberinden öğrendim ki savcı beni ve benim aracılığımla sizleri kandırmış!
Çünkü bana “Dosya açık, Almanya’dan istediğimiz belgeleri bekliyoruz” dediği tarihten 8 ay önce, 24 Eylül 2012 tarihinde soruşturmada takipsizlik kararı verilerek dosya kapatılmış.
Gerekçe beni güldürdü, sizi de güldürür mü bilmiyorum ama şu: Almanya, savcılığın “adli yardım” talebi üzerine “suçun tanımı, yer ve zamanı ile ceza miktarı” hakkında detaylı bilgi istemiş.
Savcılık da bunun üzerine Almanya’nın istediği detayları belirterek yeniden adli yardım talebinde bulunmak yerine, ABD ve Almanya’da bulunan belgeleri ve ifadeleri incelemeden, “iddiaların soyut ve genel nitelikte kaldığı” gerekçesiyle takipsizlik kararı vermiş!
Bugün yerim kalmadı. Bu konuya yine döneceğim.
Savcılığın birbiriyle alakasız rüşvet suçlamalarını birleştirip, bir taşla birden çok rüşvet zanlısını kurtardığı ilginç kararı hep birlikte inceleyeceğiz.
Savcı Bey’in bir açıklaması olursa, telefonumu biliyor.
Paylaş