Paylaş
Tabii haberler “Türkiye dinlendi” diye yazılıyor ama biliyoruz ki “dinlenen” bizler-sizler değiliz!
Bütün Türkiye’yi dinleyip ne yapsınlar zaten?
“Eve gelirken yoğurt al”, “Akşama ne pişirdin” gibi konuşmaların bir “istihbari” değerinin olmayacağını çocuklar bile bilir.
Dinlenenler Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, ordunun komuta kademesi, MİT’in yöneticileri, stratejik kamu kurumlarının yöneticileri filan olmalı.
“Türkiye dinlendi” diye bir haber okuduğumuzda, hepimizin değil, bu kişilerin dinlendiğini anlamalıyız.
İşin ilginç tarafı, bu kişilerin de önemli bölümünü dinlemek için Almanya’da “uydu istasyonu” kurmaya da gerek yok!
İddialar doğruysa kriptolu telefonları bile, hem de mahkeme kararıyla dinlenmiş, zaten odalarına da böcekler konmuş!
Yani Alman istihbaratı ne biliyorsa, bunların bir bölümünü bizler de biliyoruz, gazetelerde yayımlandı, internette sesli kaydını bile dinledik.
“Paraları sıfırla” talimatından başlayarak “kucak” meselesine, hediye saatlerin izlediği yola kadar hepsini saniye saniye dinlemiş bulunuyoruz.
Tabii konuşmaların çoğu “ııı–şeyyy–haaa” gibi kelimelerden oluştuğu için Almanya’nın istihbarat analistleri çok zorlanmış olmalılar.
Bu konudaki eksikliklerini o akşam Berlin’de bir Türk kahvesine giderek tamamlamış da olabilirler.
“Ne kadar para var oğlum” sorusuna önce “Üç–beş kuruş” yanıtının verildiğini, sonra o “Üç–beş kuruş” denilen miktarın 1 milyon 200 bin lira olduğunu öğrendiklerinde de nasıl şok geçirdiklerini tahmin edebiliyorum.
İnternet sitelerinin “Şok... Şok...” diye yazdığı türden, palavra bir şoktan söz etmiyorum burada.
Ayda üç–beş bin Euro kazanan bir analistin 500 bin Euro’ya yakın bir paradan “üç–beş kuruş” diye söz edilmesini kavrayabilmesi biraz zor olur haliyle.
Tabii teolojik bilgileri zayıf olduğu için “Bakara–makara” muhabbetinden de bir şey anlamamışlardır, bu bilgiyi “açık istihbarat kaynaklarından” tamamlayabildiklerini tahmin ediyorum.
Alman istihbaratçıların Türkçe argo konusundaki bilgilerinin de bu dinleme faaliyeti sayesinde ilerlemiş olması gerektiğini tahmin edebiliriz elbette, çünkü bu arkadaşların bazı konuşmaları yakası açılmadık sözcükler de içeriyordu.
Ve şuna dikkat çekmek istiyorum: Alman istihbaratı bu karışık parasal ilişkileri dinlemeler sırasında tespit ettiğinde, bunu kendi Başbakanlarına ve Dışişleri’ne mutlaka iletmiş olmalı.
Acaba o dinleme kayıtları şu anda kimin kasasında ortaya çıkacağı günü bekliyor?
Afet alanları ‘kupon arsa’ olmuş!
17 Ağustos Marmara Depremi’nin yıldönümünde, İstanbul’u bekleyen büyük felaketi bir kez daha hatırladık ama artık bu hatırlamaların hiçbir işe yaramayacağını da biliyoruz.
Çünkü, İstanbul gözünü para hırsı bürümüş bir siyasal iktidarın rant kapma alanı!
Kentin geleceğini planlamak denilince akıllarına sadece “kupon arsalar” geliyor, ülkenin Başbakanı bile “kupon arsaları” başkalarına kaptırmamak için bürokratları fırçalıyor!
Milliyet’te Arif Balkan’ın haberine göre 17 Ağustos depreminden sonra kentte belirlenen “afet toplanma alanlarının” sayısı 470 imiş. Bugün kentin nüfusu daha da büyüdü ama afet toplanma alanlarının sayısı 238’e inmiş, çünkü geri kalan yerleri belediye imara açmış!
562 cadde 1. derece acil ulaşım yolu ilan edilmişti, bu yollar üzerinde park yapmak yasaklanmıştı, şimdi hepsi belediyenin “değnekçi” kuruluşu İSPARK’ın “otopark alanı” oldu!
Diliyorum ki bu “beklenen” deprem, beklenmeye devam etsin, hiç ama hiç bu kente uğramasın.
Ama bildiğimiz bir gerçek de var ki İstanbul o fay hattının üzerinde oturuyor, günün birinde beklenen o felaket anı gelecek.
O gün en az 30 bin kişinin öleceği tahmin ediliyor.
O ölenlerin vebali, bugün iktidarda olup da gerekli tedbirleri almamakta direnen, kaynakları rant uğruna çarçur eden bu belediyenin ve hükümetin boynuna olacak.
Sadaka devleti!
AİLE Bakanlığı, İstatistik Kurumu ve TÜBİTAK ile bir araştırma yaptırmış. Erdinç Çelikkan’ın, Hürriyet’teki haberine göre bu anket sayesinde sosyal yardım alan ailelere daha iyi hizmet verilmesi hedefleniyor.
Çok ilginç bulgular elde edilmiş. Mesela “Erzurum’da klima lüks iken Hatay’da zaruri ihtiyaç malzemesi olduğunu” bu araştırma ile anlamışlar.
Çalışma bir “uzay projesini” andırıyor. 60 değişik model oluşturulmuş ve 10 kişilik bir akademisyen ekip de bunları işleyip, raporlaştırmış.
Bu yıl 3 milyon haneye “yardım” yapılacakmış. Bu yaklaşık her altı haneden birine “sosyal yardım görüntüsü altında sadaka” verileceğini gösteriyor.
Yardımın toplam tutarı da 10 milyar lira (eski parayla katrilyon oluyor) olacakmış.
Yardım alan her hanede iki seçmen olsa altı milyon, üç seçmen olsa 9 milyon oy cepte demektir ki kazanamayacağın seçim de olmaz!
İşsizliği azaltmaya yönelik hiçbir ciddi önlem alınmadığı için yardım alan ailelerin sayısı her yıl artıyor.
“Sosyal devlet” görüntüsü altında “sadakaya bağımlı” dev bir kitle yaratılıyor. AKP’nin kamu kaynaklarını yeni iş alanları yaratmak için kullanmak yerine, evlere sadaka olarak dağıtma politikasının sebebi de zaten budur.
Paylaş