HRANT Dink’in öldürülmesinin ardından ortaya çıkan bilgiler, Dink’in öldürülmesine kadar varan sürecin, polis ve jandarmanın bilgisi dahilinde olduğunu gösteriyor.
Polis muhbiri Erhan Tuncel, cinayetten yaklaşık bir yıl önce iki kez Yasin Hayal’in Hrant Dink’i öldürmek faaliyeti halinde olduğunu bildirmişti.
Cinayetten 11 ay önce Emniyet Genel Müdürlüğü de, Trabzon ve İstanbul Emniyetleri de bu hazırlıktan haberdardılar.
Cinayetten 6 ay önce, Hayal’in eniştesi, Yasin Hayal’in Hrant Dink’i öldürme planları yaptığını Trabzon Jandarması’na bildirmişti.
Bütün bu istihbari bilgiler elde olduğu halde kimse kılını kıpırdatmadı.
Ne Hrant Dink’i koruma yönünde, ne de cinayeti planlayanları önceden etkisizleştirme yönünde bir girişim yapıldı.
Aradan geçen iki yıla rağmen, bütün bunların beceriksizlik mi, ihmal mi, kasıt mı olduğunu bilemiyoruz.
Acaba bunun nedeni, görevlerini layıkıyla yapmayan emniyet bürokratlarının neredeyse tümünün AKP’nin "gözeleri" olması mı?
Onun için mi korunuyorlar ve haklarındaki soruşturma izinleri olayın üzerinden iki yıl geçtikten sonra "lütfen" verilebiliyor?
Hrant Dink cinayetinin bütün yönlerinin aydınlatılması, elleri temiz bir Türkiye isteyen herkesin görevi olmalıdır.
Ergenekon Davası’nda "temiz eller" bayraktarlığı yapıp Hrant Dink davasında tam siper olmak, niyetin "temizlikten" daha çok "muhalif cezalandırmak" olduğunu düşündürtüyor bana.
Gömlek zaten hiç çıkmamış mıydı?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın, son Gazze krizi sırasında ortaya koyduğu tutum, Ortadoğu’ya yönelik Türk dış politikasının ciddi bir eksen değiştirdiğini gösteriyor.
Bundan sonra Türkiye, Ortadoğu’da İran’a daha yakın bir çizgi izleyecek, Başbakan’ın Hamas savunmasına bakarsanız öyle görünüyor.
Bunun pratik sonucu, bölge sorunlarının çözümüyle ilgili uluslararası girişimlerin dışında kalma ve İran gibi marjinal bir çizgiye sürüklenmektir.
Nitekim, Mısır’daki barış görüşmelerinin ardından Türkiye Cumhurbaşkanı’nın yemeğe çağrılmaması bunun ilk işaretidir.
Başbakan, kendini o kadar Hamas avukatlığına kaptırmış durumda ki Gazze’deki dramdan "Hamas’a saygı duymayan Batı’yı" sorumlu tutabiliyor.
Sivillerin üzerine roket yağdıran bir terörist örgütü, "Atılan roketlerin faturasının bir yere kesilmesi doğru değil" diyerek savunabiliyor.
Başbakan, izlediği bu politikayla İran’ın bölgedeki kuyrukçusu haline geldiğini, İran’ın güçlendiği bir Ortadoğu’da Türkiye’nin de ciddi sorunlar yaşayacağını göremiyor.
Bölgede gerçekten önemli oyuncu olmak isteyen bir ülke, politikasını belirlerken İran’ın değirmenine su taşıyacak adımları atmaktan kaçınır.
Başbakan belli ki "Milli Görüş gömleğini" yeniden giyiyor.
Ya da zaten hiç çıkarmamıştı da, çıkarmış numarası yapmıştı!
Hamas ile AKP’nin benzerliği
HAMAS ile AKP arasındaki yakın ilişki, bir tür "kardeş benzerliğinden" kaynaklanıyor olmalı.
Yanlış anlaşılmasın, "Filistinliler hepimizin kardeşidir" gibi bir söylemden hareket etmiyorum.
Ateşkes ilan edilip İsrail birliklerinin geri çekilmesinden sonra Hamas, "zaferi kazandığını" iddia etti. Gazetelerde bununla ilgili haberleri okumuşsunuzdur.
Gazze’nin bir bölümü yerle bir olmuş, çoluk çocuk binlerce ölü var ve Hamas, yaratılmasında kendi payı da bulunan bu korkunç tablonun üzerinde zafer çığlıkları atabiliyor!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın "proaktif arkadaşı"Ahmet Davutoğlu da, Gazze’deki ateşkesin Türkiye sayesinde olduğunu söylüyor!
Ona göre Türkiye olmasaymış, ateşkes de olmazmış.
İsrail’in tek taraflı ateşkes ilan edip geri çekilme kararı verdiğini, bu kararı alırken Türkiye’yi hiç dikkate almadığını, tam tersine Cumhurbaşkanı’nı AB liderleri için verilen yemeğe çağırmayarak bunu açık bir mesaj haline dönüştürdüğünü belli ki bu bey duymamış!
O da tıpkı Hamas gibi övünüyor ama boşa övünüyor.
Yıkıntılar üzerinde zafer çığlıkları atmak, belli ki dincilerin ortak özelliği haline gelmiş.