Diklenmeden dik durmak!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın çok sevdiği bir söz bu: Diklenmeden dik durmak!

Haberin Devamı

Doğrusunu isterseniz ben de severim. Bu konuda Başbakan ile aynı fikirdeyim.
Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökümüne itiraz eden küçük bir grubun orantısız bir şiddet ile sindirilmeye çalışılması ile başlayan bu yeni süreçte eylemcilerin de bu söze uygun davrandıklarını düşünüyorum.
Elbette eylemcilere uygulanan aşırı şiddetin tetiklediği ve vandalizme varan olayları onaylayamam. Bu tür hareketler eylemlerin demokratik niteliğine zarar verir, bunu baştan söyleyeyim.
Gezi Parkı eylemlerinin sembolü olan kırmızılı kadın da böyle bir tutum içindeydi. Elinde taş, sopa vs. yoktu, ama diklenmeden dik durmayı başardı ve sembol oldu.
Başbakan Topçu Kışlası ile ilgili olarak en son şunu söyledi:
“Bir ara taktılar AVM’ye. Zaten metresiyle falan Topçu Kışlası’nda AVM olması mümkün değil”.
Oysa AVM’ye takan kendisiydi.
4 Şubat’ta şöyle söylemişti:
“Topçu Kışlası’nı yapacağız. Üst Kurul reddetmiş. Biz de reddi reddedeceğiz. Rus mimarisi deniliyor, ona bakarsanız İstiklal Caddesi de barok mimari. Kışlanın bir bölümü müze olabilir, ortası yeşil alan. Diğer bölümünde İstiklal Caddesi’nin devamı niteliğinde alışveriş merkezi. Üstü rezidans ve otel. Yap-İşlet-Devret modelini düşünüyoruz”.
Bu fikrini sıkça da tekrarlamıştı.
Bugün eylemlerin ardından geldiği nokta, oranın metrekare büyüklüğünün AVM için yetersiz olduğu.
Evet, seçilmiş bir yönetici olarak oraya illa ki bir kışla yapmak isteyebilir, seçilirken kendisine verilen yetki bunları da kapsıyor.
Oysa şunu söyleyebilirdi: Ben başlangıçta oraya bir AVM yapılmasının uygun olacağını düşünmüştüm. Ama şimdi görüyorum ki vatandaşlarımızda bununla ilgili bir hassasiyet oluştu. Bunu dikkate alacağım. Uzmanlarla tartışacağız, belki uluslararası bir proje yarışması da açabiliriz; bu meydanı İstanbul’a yakışır bir meydan yapmak için!”
“Diklenmeden dik durmak” bir demokraside yönetici için böyle bir tutumdur.
Seçilmiş yönetici olarak yetkilerinin bilincindedir ama aynı zamanda vatandaşların hassasiyetlerine de kulaklarının ve kalbinin kapalı olmadığını gösteren bir üslup kullanır.
Başbakan ne yazık ki bunu yapamadı.

Haberin Devamı

Demokrasilerde buna ‘kelle vermek’ denmez

Haberin Devamı

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, partisinin toplantısından sonra şunu söyledi:
“Sayın Başbakan, suçlu olmadığına inandığı bir arkadaşının kellesini, birileri istiyor diye hiçbir zaman vermedi ve vermez”.
Çelik’in “kelle” diye tabir ettiği kişiler bu olaylarda polisi yönetemeyen il idarecileri ve onlardan siyaseten sorumlu olması gereken İçişleri Bakanı’dır.
Olaya bakıştaki sakatlık bir yana, il idarecilerinden “kelle” diye söz etmek de zaten ayıptır.
Artık herkes biliyor ki polis orantısız bir şiddet kullandı, yöneticiler olaylar çığırından çıkınca polislerine söz geçiremediler.
İki olasılık var: Gaz bombası fişeklerini hedef gözeterek insanların üzerine sıkan polisler, kendilerine verilen emri yerine getiriyordu. Ya da iyi eğitilmemişlerdi, olayların şiddeti içinde onlar da kendilerini kaybettiler.
Hangisi söz konusu olursa olsun bunların sorumlusu yöneticileridir, validir, emniyet müdürüdür. Emniyet müdürleri güya emir vermiş ama bazı polisler bunu dinlemeyip ellerinde sopalar ve sivil giysilerle eylemlere müdahale etmişler. Bunun sorumlusu o ilin emniyet müdürü değilse kimdir?
Demokrasilerde bu tür konular soruşturulur, soruşturma bitene kadar da o kişiler görevlerinden uzaklaştırılır ki soruşturma sağlıklı yapılabilsin.
Buna “kelle almak–kelle vermek” diye bakamazsınız, yapılacak olan, yanlış giden yanlış yapılan bir işin soruşturulup, sorumlularının bulunmasıdır.
Demokrasilerde buna “kelle vermek” denmez.

Haberin Devamı

Bu eylemler ne zaman biter?

SANIRIM bugün ülkenin tümünün üzerinde mutabık kalacağı bir soru bu: Gezi eylemleri ne zaman bitecek? Gençlerin canı daha fazla yanmadan nasıl normale döneceğiz?
Genel eylemci tavrı bu soruyu “Sonuna kadar” diye yanıtlar.
Eski tabirle “kitle kuyrukçuluğu” yaparak, aslında sahip olmadıkları, temsil etmedikleri bir kitlenin eyleminin üzerine oturmak isteyen küçük gruplar da böyle düşünür.
Hükümetin de nasıl düşüneceği belli, eylemlerin “hemen” bitmesini, herkesin evine dönmesini isterler.
Geçmiş tecrübelerden biliyoruz ki hiçbir eylem, aynı gücüyle sonsuza kadar sürdürülemez.
Eylemciler yorulur, çözülmeler başlar, sonunda eylem en marjinal, en uç grupların elinde kalır ve onlar da şiddetle bastırılır.
Bu eylemlerin en büyük özelliği ise eylemlere damgasını vuran geniş kitlenin bir örgütünün olmaması! Onlar kendiliklerinden meydanlara çıktılar, hepsi kendisini hareketin lideri olarak gördü ve onları bir siyasi hareketin içinde ve etrafında toplayabilmek orta vadede bile mümkün değil.
Bu eylemleri sonlandırmanın zorluğu da zaten bundan kaynaklanıyor.
Başbakan ve hükümet meseleye “Ben geri adım atmam” noktasından yaklaşmaya devam ediyor. Gezi’de hava sakin ama yurdun dört bir yanındaki dayanışma eylemlerinde polis şiddeti devam ediyor.
Daha fazla insanın canı yanmadan, olaylardan zarar gören esnafın zararı daha da büyümeden bu işi durdurmanın yolu Başbakan’dan geçiyor.
O bütün ülkenin Başbakan’ı olduğunu bir hatırlasa ve hassasiyetlere kulak verdiğine herkesi inandırsa demokrasimiz bu işten daha da güçlenmiş olarak çıkar.
İşe yaramayacağını biliyorum ama ben yine de söylemiş olayım.

Yazarın Tüm Yazıları