İNGİLİZ yapımı RJ 100 uçaklarının kiralama süresinin bitimini ve geri teslimini "kutlamak için" deve kurban edilmesinde anlamakta ciddi olarak zorlandığım bir şey var.
Bu uçaklar, kısa pistlere iniş-kalkışı kolay oluyor diye alındı.
Anadolu’nun kısa pistli havaalanlarına inip kalkabilen bu uçaklara ben de sayısız kereler bindim.
Şimdi, bunlardan kurtulduk diye kurban kesildiğine bakıyorum ve "Bedavaya mı yaşıyorum" diye soruyorum.
Çünkü bizim geleneklerimizde Kurban Bayramı dışında kurban keserek kan akıtmanın böyle bir yönü de var: Tanrı benim yaşamımı bağışladı, ben de ona bir kurban vereyim anlamına geliyor.
O zaman sormak gerekmiyor mu, bu uçaklar madem bu kadar tehlikeliydi, neden kiralandı?
Öte yandan şöyle bir çarpıcı gerçek de var: Bu uçakların Türkiye’de yaptıkları üç kazada da bir "imalat hatası" yoktu. Diyarbakır’da havaalanının teknik yetersizliği, öbür iki kazada da pilotaj hatası söz konusuydu.
Her iki durumun da "deve" ile bir ilgisi yok.
Yoksa artık THY’de "her uçuştan sonra bir kurban kesme" dönemi mi başlıyor?
Nasreddin Hoca fıkrası tadında ülke
DİYARBAKIR’ın Eğil ilçesini, 5 köy ve 3 mezraya bağlayan bazı köy yolları Dicle Baraj Gölü’nün suları altında kalınca Eğil Kaymakamlığı 350 bin YTL harcayarak bir feribot yaptırdı.
Bizde adet böyle olaylarda törenler düzenleyip, nutuklar atmak ve kurdele kesmektir.
Devlet büyüklerimizin en çok sevdikleri işlerin başında bu gelir.
Nitekim feribotun hizmete girmesi için düzenlenen törene de İçişleri Bakanı ve Ulaştırma Bakanı da katılmışlar.
Dün yazı işleri toplantısında Doğan Haber Ajansı’nın geçtiği bir habere takıldı gözüm.
Meğerse törenle hizmete giren feribot, aslında hizmete girememiş. Çünkü feribotun yanaşması için iki kıyıda yapılması gereken iskeleler unutulmuş!
Belli ki önce feribotu suya salalım, iskele arkadan gelir diye düşünülmüş.
Ama evdeki hesap çarşıya uymadığı için başta ilçe merkezindeki okula giden çocuklar olmak üzere vatandaşlar yine ilkel sallarla yolculuk yapıyorlar.
Haberi okurken İstanbul ile Diyarbakır arasında en sonunda bir eşitlik sağlandı diye düşündüm.
Biliyorsunuz, İstanbul’da da yolları yapılmadığı için kullanılamayacak olan iki tane köprülü kavşağımız var!
Bu duruma bakınca uluslararası anketlerde Türkiye’nin hep "en mutsuz insanların ülkesi" çıkmasına şaşırıyorum aslında.
Baksanıza, ülkemizde her şey Nasreddin Hoca fıkrası tadında! Böyle bir ülkede yaşayan insanların mutlu olmaları gerekmez mi?
İnternet magandalarına ders olsun...
İNTERNET icat olduğundan beri mertlik bozuldu desem yalan olmaz.
Mertlik bozuldu, çünkü bazı hasta ruhlu insanlar, sinirlendikleri bir şey olunca bilgisayarın başına oturup sağa sola küfürlü e-postalar yollama alışkanlığı kazandılar.
Normalde yüzünüze söylemeye cesaret edemeyecekleri sözleri, çoğu kez sahte bir ismin arkasına saklanarak fütursuzca yazabiliyorlar.
Bugün Hürriyet’te okuyacağınız bir haber, benim gibi bu durumdan yakınanlar için bir umut ışığı niteliğinde.
Genelkurmay Başkanlığı’na hakaret dolu mektuplar yollayan bir mühendis, yapılan teknik bir takibin sonucunda yakalanıp, gözaltına alındı.
Hakaret mektuplarının hangi bilgisayardan yollandığını tespit eden Ankara Emniyet Müdürlüğü görevlilerini bu çabaları nedeniyle kutluyorum.
Savcılıkların bu tür şikáyetleri hızla değerlendirip, gereğini yerine getirmeleri, böyle kendini bilmez kişilerin hakaretlerine maruz kalanları rahatlatacaktır.
Umalım ki benzeri titizlik, "sivil" şikáyetlerde de sergilensin!