Paylaş
Bir hak aramak için iş bırakmış insanlara karşı, onlarla aynı kaderi paylaşan, aynı ekonomik zorlukları çeken, benzer sorunları yaşayan insanların gösterdiği tepki gerçekten de kolay anlaşılabilir bir durum değil.
Ama bunun için o tepkileri gösterenleri eleştirmek de o kadar kolay değil gibi geliyor bana.
Sorunumuz aslında ortak: Yıllarca örgütlenerek bir ortak çıkarı savunmanın suç sayıldığı bir ülkede yaşadık.
Bir konuyu protesto etmek için ya da bir hakkı aramak için toplanmanın, gösteri yapmanın cezalandırıldığı bir ülkeydi burası.
Hâlâ da durum çok farklı değil.
Polisin, kadınlara karşı şiddeti protesto etmek için toplanan eylemcilere karşı takındığı tavra bakınca öyle çok fazla yol alamadığımız da açıkça görülüyor.
Demokrasi kültürünün gelişmediği bir ülkede, gösterici ya da grevcilere hoşgörü ve tahammül beklemek de o kadar kolay değil tabii.
Belki iddialı bir söz olacak ama grev günü tren istasyonunda taraflar yer değiştirmiş olsaydı da yine aynı durumu izleyecektik.
Yani grevdekiler yolcu, yolcular grevci olsaydı benzer tepkiler gösterilecekti.
Günün birinde grevin, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmanın herkesin en doğal hakkı olduğunu öğreneceğiz elbette.
O zamana kadar bugünkü görüntülere katlanacağız.
Bir kitap önerisi: Öfkeli Yıllar
TÜRKİYE’nin yakın siyasi tarihini televizyon dizilerinden öğrenmeye merak salmış bir genç kuşak olduğunu biliyoruz.
Bu durumu eleştirenler de var elbette ama ben bir sakınca görmüyorum.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de gençlerin “okuma” ile ilgili sorunları var ve diziler nedeniyle meraklanıp bir şeyler okumaya yöneleceklerin bulunacağına ve bunun da bir kazanç olduğuna inanıyorum.
Bu ay yeni bir kitap yayımlandı. Gazeteci Altan Öymen’in anılar dizisinin üçüncü kitabı “Öfkeli Yıllar” adını taşıyor. Öymen bu kitabında da 1950’li yılların ilk yarısını anlatıyor.
Genç bir gazeteci, üniversite öğrencisi ve politikaya yeni merak salmış bir genç olarak tanık olduğu olayları, dönemin iç ve dış gelişmelerini üstelik çok kolay okunur bir üslupla aktarıyor.
Kitapta yer alan fotoğraflar ve gazete kupürleri de hem okumayı hızlandırıyor hem de o günlerin insan portreleri ile ilgili bir fikir edinilmesini de sağlıyor.
Kitabın tam da günümüz tartışmaları sırasında yayımlanmış olmasının bence özel bir önemi de var.
Günümüzün medya-iktidar ilişkileri, Türk sağının “demokrasi anlayışının” temellerinin kavranması açısından ilginç bir ufuk açıyor.
Bu bayram tatilinde okuyacak bir kitap arayan okuyucularıma bu kitabı gönül rahatlığı içinde öneriyorum. Okuyanların memnun kalacaklarını biliyorum çünkü.
Bir garip yolcuyum hayat yolunda!
NEDENSİZ neşelenip, nedensiz üzüntülere boğulmak gibi bir huyum var. Sebebi sanırım ben değilim. Sorumlusu büyük olasılıkla rahmetli babam ile annem olmalı, genetikle ilgili bir durum yani. Tabii benim doğduğum yıllarda genetik durumunu değiştirmek diye bir şey bilinmiyordu!
Nedensiz üzüldüğümde yardımıma koşan bir şarkı var,
Dire Straits’in bir şarkısı bu: Walk of life!
Düz bir çeviri yapacak olursak “sosyal durum, toplumsal sınıf, meslek, hayatını kazanma biçimi” diye Türkçeleştirmemiz gerekiyor ama bundan daha ötesi bir şey bu. O kadar ince çeviri yapabilecek bir durumda değilim.
Bu şarkının klibinde neşeyle zıplayan sporcular, seyirciler ve amigo kızlar var. Şarkıya kendimi kaptırıp onlarla zıpladığımı hayal ederim hep!
Bu şarkıda, âşık olunan tatlı kadınlar ve bıçaklar üzerine şarkılar söyleyen Johnny diye bir adamdan söz ediliyor.
Tuhaf bir durum ama şarkının burasına gelindiğinde hatırıma bir Bedri Rahmi şiiri üzerine yazılmış bir başka şarkı geliyor ki o da çok hüzünlü: “Yar, seni kara saplı bıçak gibi sineme sapladılar!”
Hayat böyle bir şey sanırım.
Üzülmek de var, neşelenmek de.
Bu bayram siz değerli okuyucularımın, dertlerini unutup neşelenmelerini, mutlu olmalarını diliyorum.
Bayramınız kutlu olsun. Bayramdan sonra yine birlikte olacağız!
Paylaş