Paylaş
“2 saat karşıma çık yeter” dedi.
Böyle bir şey olmayacak tabii.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ne üç aday ile birlikte ne de tek tek adaylarla televizyonda bir serbest tartışma programına çıkmayacak.
Adaylarla topluca bir tartışma programına çıkmayacağı gibi, “uslu gazeteciler” dışındaki gazetecilerle de televizyonda bir soru–yanıt programına çıkmayacak.
Sadece kendisine uslu sorular soracak gazeteciler ile ekranlarda boy gösterecek.
Çünkü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da gayet iyi biliyor ki böyle programlara katılacak olursa yanıtlamakta zorlanacağı sorularla karşılaşacağı kesin.
Sıfırlanan paraları, kimin üzerine kayıtlı olduğu belli olmayan ve mal beyanında görünmeyen villaları, gemicikleri yanıtlamak zorunda kalmak istemiyor, çünkü bunlara vereceği açık seçik yanıtlar olabilseydi zaten çoktan vermiş olurdu.
Suriye’de yaptığı hataları, Esad’ı devireceğim derken sınırımızın dibinde bir terörist ordusu oluşmasını açıklamak da istemiyor.
O otoriter eğilimleri olan bütün siyasi liderler gibi “diyalog” değil, “monolog” istiyor.
İstiyor ki kendisi hem çalsın, hem söylesin.
Onun için televizyonlara sadece hangi soruların sorulmasının istendiğini bilen gazeteciler ile çıkıyor.
Onun için uçağına sadece bu tür gazetecileri alıyor.
O anlatıyor, kendisine gazeteci süsü vermiş olanlar da başlarını sallıyor.
İki adaylı tartışma programı
BÖYLE seçimlerde adaylar televizyonların da yayınladığı bir tartışma programına katılırlar ki seçmen, adayları bir arada değerlendirebilsin, fikirlerini öğrenebilsin, hangisinin daha yetkin olduğunu anlayıp oyunu ona göre kullansın.
Bizde böyle bir şey olmayacağı belli, çünkü Recep Tayyip Erdoğan buna yanaşmıyor.
Bu durumda geriye kalan iki adayın, Ekmeleddin İhsanoğlu ile Selahattin Demirtaş’ın çıkacağı bir tartışma programı düzenlemek de yararlı olacaktır.
İki aday karşı karşıya gelirler, düşüncelerini açıklarlar, üçüncü adaya sormak istedikleri soruları da sorarak seçmenlerin hiç olmazsa bu soruların yanıtlarını düşünmelerini sağlayabilirler.
Hiç olmazsa ikisini birbiriyle karşılaştırma olanağını da buluruz, üçüncü adayın neden tartışmadan kaçtığını da öğrenmiş oluruz.
Böyle bir camiadan adalet beklenir mi?
HÂKİMLER ve Savcılar Yüksek Kurulu için seçimler 12 Ekim’de yapılacak.
Bununla ilgili gazetelerde yayımlanan haberleri okurken doğrusunu isterseniz dehşete kapılıyorum.
Bağımsız vicdanlarıyla, sadece Anayasa ve kanunları gözeterek karar vermek durumunda olan savcı ve yargıçların, siyasi düşünceler içinde parçalandıklarını gördüğümde, ülkemizin geleceği için endişeleniyorum.
Çünkü yargısı tamamen siyasileşmiş, kamplaşmış bir ülkede adaletin asla sağlanamayacağını, gücü eline geçirenin güdümündeki bir yargıdan bağımsızlık beklenemeyeceğini biliyorum.
Gazetelerdeki haberlerden öğreniyoruz ki HSYK seçimleri için herkes bir liste oluşturuyor.
Adalet Bakanlığı bir “Yargıda birlik platformu” kurmuş, hükümete yakın yargıçları ve savcıları örgütlemiş.
Karşı tarafta YARSAV ve Yargıçlar Sendikası da var.
“Cemaatçiler” de ayrı bir grup, onlar da birlikte hareket edecekler, HSYK içinde güç elde etmeye çalışacaklar.
Ve sonra böyle oluşmuş bir HSYK’nın atayacağı hâkim ve savcılara kendimizi emanet edeceğiz, adalet bekleyeceğiz!
Yargıçlar, tanımları gereği bağımsız olmak, bağımsız hareket etmek durumunda olan kişilerdir, öyle olmalıdırlar.
Yukarıda da yazdığım gibi onları bağlayacak tek şey vicdanları olmalı, Anayasa ve kanunlar olmalı.
Grup çıkarları için bir araya gelmek, bunun ardında ne kadar yüce siyasi fikirler olursa olsun, yargıçlardan beklemememiz gereken bir durumdur.
Yargıçlar ve savcılar elbette örgütlenmek hakkına sahiptirler ama sadece özlük hakları ile ilgili olarak! Daha fazlası değil.
Paylaş