Paylaş
“Suriye ateşine odun taşıyan herkes çok yakında kendini aynı ateşin içinde bulmaktan kurtulamayacaktır. Bu samimiyetle ifade edilmiş, dostça bir ikazdır.”
Ben de bir şey ekleyeyim: Bu sözler, Cumhurbaşkanı’nın “samimi ve dostça ikazı” olmakla birlikte aynı zamanda bir “uzman görüşü” de sayılmalıdır.
Çünkü “Suriye ateşine odun taşımanın” neye mal olabileceğini en iyi bilebilecek durumda olan biziz.
Bakın şu anda 2.5 milyon Suriyeli göçmen, topraklarımızda yaşıyor.
Güney sınırımızdaki küçük kentlerde Suriyeli göçmen sayısı, orada yaşayan Türk vatandaşlarının sayısını geçti.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Suriyeli mülteciler için bugüne kadar 7.6 milyar dolar harcadığımızı açıkladı. Daha da harcamaya devam edeceğiz.
Bunca para harcadığımız insanları mutlu edebilmiş olsak neyse, öyle bir şey de yok.
İnsanlar perişan, çocuklarının geleceği karardı, bir daha geri dönebilecekleri bir ülke de daha uzun süre olmayacak.
İnsani sorumluluklarımızı yerine getirirken para hesabı yapmak ayıptır, ama unutmayın ki bu ülke kaynakları son derece kıt bir ülke. Emeklilerine bile doğru dürüst bir hayat sürebilecekleri maaşı veremiyor.
Terör belası ayrı mesele. Suriye’nin devlet otoritesi kaybolmuş mümbit topraklarında yetişen terör örgütlerinin de hedefiyiz.
Yüzlerce insanımızı bu terör saldırılarında kaybettik. Sayılarını bilemediğimiz gencimiz, bu terör örgütünün insan kaynağı oldu.
Hatayı en başında Suriye ateşine odun taşıyarak yaptık çünkü.
Bir ülkenin en çok çekinmesi gereken şeyin, bir sınır komşusunda çıkacak içsavaş olduğunu düşünemedik.
Müslüman Kardeşler iktidara gelecek heyecanıyla, Şam’da namaz kılmayı hayal ettik.
Sınırlarımızı, dünyanın dört bir yanından gelen cihatçılar, Suriye ateşine daha çok odun atabilsinler diye açtık.
Ateş sonunda bizi de yaktı.
Onun için dünya liderlerine seslenen Cumhurbaşkanı’na kulak verin!
Burada deneyim konuşuyor, Suriye ateşine odun taşıyanların, kendilerini o ateşin içinde bulmaları kaçınılmaz oluyor!
Bu öykü bana tuhaf geldi
AB Bakanı Beril Dedeoğlu, AB ile görüşmeler sırasındaki bir yemekte yanına gelen genç bir yetkilinin “göç sorunu ve İlerleme Raporu” arasında bir ilişki kurduğunu söyledi.
Adam “Göç meselesini halledersek şu İlerleme Raporu’nu yumuşatabilir miyiz” diye sormuş.
Beril Hanım da çok sinirlenmiş ve diplomat olmamasının avantajını kullanarak adama çıkışmış!
“Yayınlayın, neysek oyuz, kim korkar” demiş.
Adam tabii şallak mallak olmuş, “Siz galiba sert bir hocaydınız” deyip, ortadan toz olmuş!
Koskoca bakan böyle bir şey açıklayınca doğal olarak gazeteciler de bunu yazdılar, Hürriyet’te dün manşet de oldu.
Böylece İlerleme Raporu’nun iyileştirilmesi rüşveti karşısında göçmenleri burada tutma işi de yatmış, öyle anlaşılıyor.
Ancak bir sorun var ki Sayın Bakan bu diplomatın adını hatırlamıyor.
Adını hatırlamadığı gibi kim olduğunu da hatırlamıyor. “Bir komiserin yardımcısı mıydı, hatırlamıyorum” diyor!
Bana biraz tuhaf geldi.
Böyle bir durumda öfkeyle ayağa kalkacağına, keşke “diplomatça” davranıp adamın kim olduğuna dikkat etseydi!
Hangi komiserin yardımcısı, adı ne gibi ayrıntıları aklında tutsa ve görüşmelerde de böyle birisinin kendisine “İlerleme Raporu rüşveti” teklif ettiğini açıklayıp, adamı rezil etseydi!
Bir fırsat kaçmış, üzüldüm doğrusu!
Gerçek niyet ‘özgürlükler’ mi?
BAŞBAKAN Yardımcısı Yalçın Akdoğan, RTÜK ve YSK’nın televizyon kanallarına ceza vermesini doğru bulmadığını söyledi.
“Ceza sopasını kaldırmak gerek” dedi.
RTÜK ile YSK’nın televizyon kanallarına ceza vermesi ile ilgili konu aynı anda ele alınabilecek bir şey değil.
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) seçimlerin adil ve eşit şartlar altında yapılmasını sağlamakla yükümlü bir kuruluş.
Ve elindeki “ceza sopasına rağmen”, seçimlerde partilerin radyo ve televizyonlarda eşit muamele görmesini sağlayamadı.
Cezaları verdi ama verdiği cezaları kimse takmadı, muhalefet televizyonlar aracılığıyla halka ulaşma olanağı bulamadı.
Belli ki havuz medyası, seçimlerden sonra bu cezaların kaldırılacağı güvencesiyle hareket etmiş, YSK’nın kararlarını dikkate bile almamış.
YSK’nın, seçim kampanyalarının adil ve eşit yürütülebilmesini sağlamak için elinin daha da güçlendirilmesi gerekiyor. Tablo açık çünkü.
RTÜK’e gelince.
Evet, RTÜK’ün kanal kapatması, programların yayınını yasaklaması, ağır para cezaları vermesi gibi yaptırımlar, düşüncenin açıklanması ile ilgili özgürlükleri ilgilendiriyor.
İdari bir kurulun böyle cezalar yağdırması elbette kabul edilemez, bu değiştirilmeli.
Ama bana öyle geliyor ki Yalçın Bey’in kafasındaki esasen seçimler sırasında her kanalı istedikleri gibi kullanma özgürlüğünün geliştirilmesi.
TBMM’de çoğunlukları olduğuna göre gerçekte ne düşündüklerini de yakında öğreniriz.
Paylaş