Paylaş
Alpaslan Altan, mesleki geçmişi nedeniyle elbette böyle bir göreve atanabilir.
Siyasi görüşüne de itirazım yok. Hepimiz gibi onun da siyasi görüşü olabilir. Yargıçlık görevini yerine getirirken kanunlara ve vicdanına göre karar vereceğini varsaymamız gerekir.
Sorun, Altan’ın atanışında izlenen yol ve Cumhurbaşkanı’nın bundaki rolü ile ilgili.
Altan, bir hülle ile atandı. Bir aylığına müsteşar yardımcısı yapıldı, ardından Anayasa Mahkemesi’ne üye olarak atandı.
Bekleselerdi zaten değişecek Anayasa’daki yeni hükme göre normal yollardan atanması da yapılabilirdi.
Ama bekleyemediler. Beklemek yerine yüksek mahkemeye yedek üye atarken, kanunların arkasından dolanmayı tercih ettiler.
Cumhurbaşkanı, göreve seçildikten sonra “Anayasa ve hukukun üstünlüğüne bağlı kalacağına, görevini tarafsızlıkla sürdüreceğine” yemin etti.
Bu atamadaki rolüyle yeminini de çiğnemiş bulunuyor.
İstek kendisinden geldiyse de bu böyle, hükümetin isteğiyle gerçekleştiyse de bu böyle.
Cumhurbaşkanı, bir fırsat bulup yeminini bir kez daha okumalı. Neyin üzerine yemin ettiğini hatırlayabilmek için!
Deniz Feneri hırsızları nerede yatıyor?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, sonunda Deniz Feneri e.V. davası ile ilgili konuştu.
Bu konu gündeme ilk geldiğinde, Başbakan’ın nasıl sinirlendiğini, Almanya’daki davanın haberini yayımlayan gazetelerin boykot edilmesini istediğini, bununla kalmayıp, sinirini çıkarmak için yayın kuruluşlarının üzerine vergi cezaları saldırdığını hatırlayalım.
Almanya’daki ikinci davanın sanıklarını nasıl koruduğunu da!
Ortada tartışılmayacak bir mahkeme kararı olduğu halde!
O zat, Başbakan’ın desteği olmadan RTÜK’ün başında oturmaya devam edebilir miydi?
Halen de AKP kontenjanından RTÜK üyesi, maaşını almaya devam ediyor!
O televizyon kanalının hangi paralarla kurulduğunu bizler kadar o da biliyor olmalıydı.
Dün Başbakan’ın Deniz Feneri e.V. yolsuzluğunu gerçekleştirenler için söylediği “yatacak yerleri yok” sözlerini okuyunca tebessüm ettim.
Nerede yattıklarını en iyi bilecek durumda olanlardan biri de Başbakan çünkü!
Polis copuyla demokratik açılım!
TEKEL işçilerinin dün Ankara’da Türk-İş Genel Merkezi’ni ziyaretlerine izin verilmedi.
3 bin işçinin yürüyüşü, beş bine yakın polisin kurduğu barikatlar ile engellendi.
Biber gazları sıkıldı, coplar konuştu, ortalık savaş alanına döndürüldü.
Bütün bunlar ağzından “demokratik açılım” sözü düşmeyen bir hükümetin iktidarında gerçekleşti.
12 Eylül’ün “topluma dar gelen anayasasını” değiştirme azmindeki hükümetin iktidarında!
Nasıl bir demokratikleşme ise işçilerin hak arayışları 12 Eylül kalıntısı yasalarla önlenirken akla gelmiyor.
Demokratik hakların kullanımı konusunda hassas bir hükümet, bu işi bir inatlaşmaya çevirmezdi.
İşçilerin yürüyüşlerini güven içinde yapmalarına olanak verecek güvenlik önlemlerini alır, işçilerin yürüyüşünden korkmazdı.
Bir kez daha ortaya çıkıyor ki gerçek bir demokrasiye ulaşmak hükümetin umurunda bile değil.
Bir tek dertleri var: Yargıyı ele geçirmek.
Bunun için her türlü yolu deniyorlar. Yasaların ardından dolaşıp yargıç atamaktan tutun da Anayasa’nın güçler ayrılığı ilkesini altüst etmeye kadar her yolu!
Bunu neden yapmak istedikleri de demokratik hakların kullanımı konusundaki tutumlarıyla açığa çıkıyor.
İstedikleri demokratikleşme değil, tek parti iktidarını sağlamlaştırmak!
Onu başardıkları günün sabahı nasıl bir Türkiye’de uyanacağımızı tahmin edebilirsiniz.
Paylaş