CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, üniversite sınavında “şifreli soru anahtarı” meselesini öğrenmek için ÖSYM Başkanı’nı arayarak bilgi almış. Şöyle diyor:
“Başkandan aldığım bilgiler beni tatmin etti. Öğrencilerimizin kendilerini güvenle ikinci sınava hazırlamaları gerekir.” Öyle görünüyor ki şu anda Cumhurbaşkanı’ndan ve ÖSYM Başkanı’ndan başka bu konuda “tatmin olmuş” kimse yok! Savcılığın soruşturması tamamlanmadan Cumhurbaşkanı’nın böyle bir açıklamayı yapması da doğru değil. Ortada ciddi bir iddia var ve ÖSYM Başkanı’nın açıklamaları bence meseleyi açıklamıyor, daha da karmaşık hale getiriyor. Hazırlıksızlığından ya da verilecek yanıtı olmamasından kaynaklanan sebeplerle yanıtsız bıraktığı sorular var. Cumhurbaşkanı, açıklama yapmak için savcılığın soruşturmasını tamamlamasını beklemeliydi. ÖSYM’nin önceki gün internete yüklediği soru kitapçıklarının basımdan önceki kopyalar olması konusu da kafaları karıştıran bir başka husus. 1 milyon 700 bin değişik soru kitapçığının tek tek incelenmesi nasıl mümkün olacak bilemiyorum ama bu inceleme bir an önce yapılmalıdır. Yapılmalıdır ki bazı adayları özel sınıflara yönlendirebilen ÖSYM’nin, bazı soru kitapçıklarını da bazı adaylara özel olarak yönlendirip yönlendirmediğini öğrenebilelim. Dünkü yazımda şifrenin tüm soruları doğru yanıtlamaya yetmemesinin kafamı kurcaladığını belirtmiştim. Eğitimciler, böyle bir sınavda soruların önemli bölümünün bu yöntemle yanıtlanabiliyor olmasının bile öteki adaylara karşı büyük avantajlar sağlayabileceğini söylüyorlar. Bunu da belirtmiş olayım.
Lider sultası değişmeyecek
MİLLETVEKİLİ aday listelerinin belirlenmesine artık sayılı günler kaldı. CHP 27 ilde önseçim, iki ilde aday yoklaması yaptı, geri kalan illerde milletvekili aday listeleri parti yönetimince belirlenecek. MHP’de önseçim yapılmayacak. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, daha önce yaptığı bir konuşmada “önseçim dışındaki yöntemleri daha uygun bulduğunu” söylemişti. Yani MHP’de milletvekili adaylarını parti yönetimi belirleyecek. AKP’de de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki 8 kişilik bir komisyon aday listelerini inceleyecek ve milletvekili adaylarını seçecek. Yani bir kez daha, parti liderlerinin seçilmesini uygun gördüğü isimler listelere yazılacak ve biz de gidip o listelere oy vereceğiz. Böylece milletvekilleri liderlerin sözünden çıkamayan, çıktıkları vakit bir daha seçilemeyeceklerini bilen kişilerden oluşacak. Parti disiplini görüntüsü altında bir lider rejimi yarattık ve bugün parlamentonun üzerine düşen görevleri hakkıyla yapamıyor olmasının en önemli nedeni de bu. TBMM, içinden seçtiği hükümeti doğru dürüst denetleyemiyor çünkü o hükümetin başında kendilerini seçip, oraya gönderen bir lider oturuyor. Milletvekilleri, önceden imzaladıkları boş kâğıtlarla kendilerinin bile haberdar olmadıkları kanun teklifleri verecekler, sonra da parmak kaldırıp o kanunları kabul edecekler. Denetim görevi ise hiçbir şekilde yerine getirilmeyecek, en basit soru önergeleri bile yanıtlanmadan öylece kalacak. Bu seçimde iktidar değişse bile bu gerçek değişmeyecek! AKP seçimden sonra “demokratik ve sivil bir anayasa” hazırlayacağını söylüyor. O değişikliklerle birlikte lider sultasına son vererek partileri gerçekten demokratik kurumlar haline getirecek değişiklikleri Siyasi Partiler Yasası’nda yapmaktan ise söz eden yok!
Tarihten bir yaprak!
SON zamanlarda Atlas Tarih editörlerinin de yardımıyla Türkiye tarihiyle ilgili bilgilerimi, olayların içinde yaşamış kişilerin anılarını okuyarak yenilemeye çalışıyorum. İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında yaşanan bir dramı hatırlatacağım sizlere. Günümüzde de çok tartıştığımız “siyasi sorumluluk” meselesine yakın geçmişte nasıl yaklaşıldığının ilginç bir örneği bu. 1941 yazının başında İngiltere, Türkiye’nin daha önce ısmarladığı dört denizaltı ile dört uçak filosunun teslim alınabileceğini bildirdi. Bunun üzerine Türkiye, gemileri ve uçakları teslim alacak askeri personeli İngiltere yolundaki ilk durak olan Mısır’ın Port Sait Limanı’na göndermek için Refah isimli bir şilep tahsis etti. Refah, bir özel şirketten kiralanmıştı. 20 subay, 63 astsubay ve erbaş, 68 er ve 20 havacı öğrenciden oluşan ekip 21 Haziran’da Mersin’den gemiye bindiler. Gemide krom yüklü olduğu anlaşılınca yolculuk iki gün ertelendi, geminin yükü boşaltıldı ve olası bir tehlikede gerekecek kurtarma olanakları güçlendirildi. Refah gemisi 23 Haziran günü Kıbrıs’ın 10 mil kadar açığında seyrederken, İtalyanlara ait olduğu tahmin edilen ama milliyeti bugüne kadar da öğrenilemeyen bir denizaltı tarafından iki kere torpillenerek batırıldı. Saldırıdan sadece 32 kişi kurtulabildi. Tarihimize “Refah Faciası” olarak geçen bu olay kamuoyunda ve TBMM’de tepkiyle karşılandı. Askeri personel için köhne bir geminin kiralanmış olması eleştirildi. Bunun üzerine Milli Savunma Bakanı Saffet Arıkan ile Ulaştırma Bakanı Cevdet Kerim İncedayı görevlerinden istifa ettiler ve TBMM tarafından soruşturuldular. Kimse “Gemi yeni de olsa denizaltı tarafından torpillenince zaten batardı” gerekçesinin arkasına saklanmadı, siyasi sorumluluğun gereği yerine getirildi ve bakanlar istifa etti. Olayın “Milli Şef İnönü” döneminde, Türkiye’nin demokratik olgunluğa erişmediği bir zamanda yaşandığını tekrar hatırlatayım. İki bakanın böyle bir olay karşısında istifa yolunu seçmelerine bakıyorum, bir de şimdinin skandalları karşısında hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi davranan siyasetçilere ve bürokratlara bakıyorum. Demokrasimiz gelişiyor ama demokratik kültürün önemli parçalarından biri olan siyasi sorumluluk meselesi artık akıllara hiç gelmiyor!