Çocuklara öldürmeyi öğretmek

SOSYAL bilimlerde, fen bilimlerinde olduğu gibi bir laboratuvar çalışması yapabilme olanakları yok.

Bu nedenle sosyal bilimler teorilerinin doğruluğunun sınanması anketler ya da uzun süreli gözlemlerle mümkün olabiliyor.

Bu açıdan Denizli’de "kutlu doğum haftası" nedeniyle oynanan piyes ilginç bir başlangıç noktası oluşturabilir.

Dün de yazmıştım, bu piyeste, ilköğretim öğrencileri, kötülüğü temsil eden dört başlı bir ejderhayı tekbir getirerek ve dualar ederek öldürüyorlardı.

Kötülükle mücadele etmenin gerekliliğini ve yöntemlerini çocuklarımıza öğretebileceğimiz onlarca değişik yol bulabiliriz.

Ama herhalde bulmamız gereken en son yol da kötülüklere karşı, öldürme yöntemini kullanmak olurdu. Üstelik öldürme eylemi ile asla bağdaşmayan kutsal sözler de söyleterek!

Şunu çok merak ediyorum: Bu tür tiyatro oyunlarını oynayan, seyreden çocuklardan kaçı, aradan yıllar geçtikten sonra Malatya’daki gibi bir cinayetin faili ya da azmettiricisi olabilir?

Eğer o oyunu izleyenleri ve oynayanları ileriki yıllarda da izleme olanağımız olsaydı böyle bir örnek ile karşılaşabilir miydik?

Ellerini kollarını bağladıkları insanların boğazlarını bıçaklarla kesen o dört genç arasında, çocukluklarında böyle bir "eğitim" görenler var mıydı?

Ceplerinden çıkan káğıtlarda yazılı nota bakarsanız, dördü de bir "marifet" yaptıklarını zannediyorlar.

Bu gençlere, inançlarını ve düşüncelerini beğenmedikleri kişileri öldürmeyi kim, nasıl öğretti?

Eserinizden utanıp artık susun!

TÜRKİYE’de hayali tehlikeler yaratıp, bundan siyasi rant sağlamak isteyenlerin varlığı bir sır değil.

Yaratılan bu sahte öcülerin nasıl cinayetlere neden olduğu da!

Rahip Santoro, Hrant Dink cinayetleri ve Malatya Katliamı bu tutumun yol açtığı eylemlerdir.

Misyonerlik faaliyetlerini, olduğundan büyük gösteren, ülkenin en eski siyasetçilerinden biriydi. Adını yazmıyorum, çünkü o bu işte yalnız değildi. Soldan, sağdan aynı koroya katılmakta tereddüt etmeyen o kadar çok insan vardı ki.

O siyasetçi bu iddialarını dile getirdiğinde bu köşede sormuştum: Türkiye’yi tehlikeye düşürdüğünü iddia ettiğiniz misyonerlik faaliyetlerinin sonucu nedir? Bugüne kadar kaç Müslüman, bu faaliyetler nedeniyle dinden döndü?

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir açıklamasını da hatırlatmıştım.

Türkiye’de, Müslümanlığı seçen Hıristiyan sayısı, Hıristiyanlığı seçen Müslüman sayısından kat be kat fazlaydı.

Nitekim Malatya’daki "misyonerlik faaliyetinin sonucunu" dün öğrendik. Kilisenin cemaati 25 kişiden ibaretti.

Gerçek böylece bütün çıplaklığı ile ortadayken koro susmadı.

Pontus hayalinden, Bizans’ı hortlatma çabalarından, dinin elden gitmekte olduğu feryatlarından söz edenlerin yaktığı ateş, sonunda Malatya’ya düştü.

Eserlerinden utanıp artık sussunlar.

Bunu Malatya’ya yapmaya hakkınız yoktu

GEÇTİĞİMİZ yıl "marka konferansı" nedeniyle Malatya’ya gitmiştim.

Kentlerini ve ülkelerini seven insanların, Malatya’ya artık dar gelen kabuğu kırmak için nasıl çabaladıklarını gözlerimle görme fırsatını bulmuştum.

Malatya’nın en önemli ekonomik değeri olan kayısının, bu kentin bir dünya markası olması için nasıl fırsatlar yarattığından söz edildiğini hatırlıyorum.

Dün yabancı ajanslardan geçen ve bazı yabancı gazeteler ile televizyonlara da yansıyan bir cümleyi okuyunca aklıma o çalışkan insanlar geldi.

O cümle şöyleydi: Papa’yı vuran Mehmet Ali Ağca’nın doğum yeri Malatya’da aşırı dinciler üç Hıristiyan’ı boğazlarını keserek öldürdüler!

Beyinleri aptalca fikirlerle doldurulmuş canilerin Malatya’ya yaptığı buydu işte.

"Malatya" denince artık yurtdışında kimsenin aklına o şahane kayısı gelmeyecek.

Bunu Malatya’ya yapmaya hakkınız var mıydı?
Yazarın Tüm Yazıları