Törenle rozet takılan çarşaflılar, yine bir törenle rozetleri çıkarmışlar. Gazetelerde fotoğraflarını sizler de görmüş olmalısınız.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da bunun üzerine mahallelerde Kuran Kursu açılımı başlatıyor. Böylece tarikatların küçük çocukları etkisi altına almasının da önüne geçilebilecekmiş.
Olabilir, bu işlerden pek anlamam zaten.
Sadece şunu merak ederim: Kuran kurslarının bu kadar yaygın olmadığı dönemlerde insanlar dinlerini nereden öğrendiler? İnsanın dinini öğrenmesi için mutlaka böyle bir kursa gitmesi mi gerekiyor? Neyse, bu din eğitimi meselesine sonra döneriz. Öyle görünüyor ki CHP bu "açılımları" yerel seçimlerde oy toplayabilmek için yapıyor.
Eğer bu tespitim doğruysa, CHP’ye oy patlaması yaptırabilecek bir "açılım" önerim var!
Buna kısaca "genel başkan açılımı" adını veriyorum. CHP’ye, Deniz Baykal’ın yerine yeni bir genel başkan gerekli.
Somut bir kişilik önermiyorum. Bir tanımlama yapacağım sadece.
40-50 yaşları arasında, iyi eğitimli, "eş durumundan genel başkan olmayacak" iyi eğitimli bir kadın ile evli, tercihan biri kız, biri erkek iki çocuk sahibi, hırsızlıklara bulaşmamış ve bulaşma ihtimali olmayan herhangi birisi CHP Genel Başkanı olsa, parti bugün alacağının en az yarısı kadar daha fazla oy alabilir.
CHP’nin iki temel sorunu var: Bürokratik, merkeziyetçi devlet geleneğinden kopamamak ve genel başkanı!
Eğer CHP oy patlaması arıyorsa açılımı, Türk siyasetinin en çok seçim kaybetmiş ismi olan genel başkanını değiştirerek yapmalı.
Bu yapılmadığı sürece her açılım, çarşaf gibi çarşaflar, ben söylemiş olayım!
Ergin’in açıklaması
DÜNKÜ yazımda Sudan Devlet Başkanı Yardımcısı’nın Türkiye ziyareti ile ilgili olarak "Hürriyet de olmasa kimsenin bu geziden haberi olmayacaktı" diye yazmıştım.
Milliyet Genel Yayın Müdürü Sedat Ergin aradı ve haksızlık yaptığımı, haberin Milliyet’in birinci sayfasında yer aldığını söyledi.
Ergin haklı. Hatamı düzeltmek için sizlerle paylaşıyorum.
Hayali bile işe yarayabilir
ÖNCEKİ akşam Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in daveti üzerine bir yemeğe katıldım.
Prof. Dr. Ekren, bu toplantıda gazete yöneticilerine İstanbul’un "bölgesel ve küresel finans merkezi haline getirilmesi" projesi ile ilgili bilgiler verdi.
Projenin kamu kesiminde yapılması gereken işleri DPT koordine ediyor. Özel sektöre düşen görevleri koordine etme işi de Bankalar Birliği’ne verilmiş.
İstanbul’un, 10 yıl içinde bölgesel, 30 yıl içinde de küresel bir finans merkezi olması için yapılması gerekenler dev bir liste oluşturuyor.
Nelerin yapılabileceğini tespit etmek üzere 9 ayrı komisyon kurulmuş ve çalışmalar başlatılmış.
Hukuki altyapının bu iş için uygun hale getirilmesi, kalifiye eleman yetiştirilmesi, vergi alanındaki düzenlemeler gibi "yapılacak işler listesi" bu komisyonlar tarafından belirlenecek.
Bu konudaki görüşlerimi daha önce yazmıştım.
Hükümet, bu işe sadece Merkez Bankası ve kamu bankalarını İstanbul’a taşıma perspektifinden bakarsa, bunun altında bir bit yeniği aramam normal.
Öte yandan şu gerçeği de biliyorum: Türkiye’de bazı şeylerin gerçekleşmesi, bu tür "hedefe kilitlenmeler" ile mümkün olabiliyor.
AB üyeliği hevesimiz olmasaydı demokratikleşmede 20 öncesinden bir adım ileri gitmemiş olurduk. IMF zorlaması olmasa, bugün bankacılık sistemimiz yine çökme tehlikesi içinde olurdu.
Bu projeye de bu gözle bakıyorum.
Gerçekleşmese bile, gerçekleşmesi için yapılacak olan işlerin Türkiye’nin ve İstanbul’un gelişimine mutlaka olumlu katkısı olacaktır.
Topbaş’ın zayıf yönü Erdoğan
İSTANBUL’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi için yarışın iyice kızıştığını artık söyleyebiliriz. Kadir Topbaş daha şanslı gibi görünüyor ama belli ki Kemal Kılıçdaroğlu kendisini çok zorlayacak.
Bu yarışta Topbaş’ın zayıf yönlerinden birini bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan oluşturuyor.
Dünkü gazetelerde Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’na yönelik eleştirileri vardı. Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu, elinde büyüteçle İstanbul sokaklarında çamur aramakla suçluyor ve çamurlu yol bulamayacağını iddia ediyor.İşte bu tür çıkışlar Topbaş’a oy kaybettirecek kanısındayım.
Çünkü İstanbul’da çamurlu yollarda yaşayan on binlerce insan var ve onlar büyük ihtimalle Başbakan’ın kendileriyle dalga geçtiğini düşünüyor olmalı.
Bir de Rumelihisarı sahilindeki kaçak inşaat meselesi var.
Sarıyer Belediyesi görevlilerinin de, Boğaziçi İmar görevlilerinin de bu binanın inşaatını fark etmemeleri söz konusu olamaz. Belli ki açık bir koruma ve göz yumma var. Bu durum CHP’nin iddia ettiği gibi siyasi yakınlıktan mıdır, yoksa doğrudan doğruya rüşvetle mi açıklanır, bilemem.
Bildiğim, bu koca inşaat süresince oradan hiçbir görevlinin geçmesinin mümkün olamayacağıdır!
Ve bu tekil bir örnek değil, böyle sayısız örnek var İstanbul’da. Yani bu tür usulsüzlükler, yolsuzluklar İstanbul halkının gözünün önünde olup bitiyor.
Bunun siyasi sonuçlarının olacağına da hiç kuşku duymayın!