Paylaş
Seçim öncesi tutumuyla mutabık olmadığımı önce söyleyeyim.
Partinin şu ya da bu şekilde gösterdiği aday için aktif çalışma içinde olmayıp, sonra da kaybedilen seçim nedeniyle sadece lideri suçlamak bana ters geliyor.
Tarhan’ın bu tutumuyla mutabık olmamakla birlikte, Kılıçdaroğlu’nun “tek başına” bir ortak adaya karar vermesi ve sonra bunu “parti disiplini” diye dikte etmesini de onaylamıyorum.
Parti disiplini kavramı, gücünü parti içi demokrasiden alır.
Parti içinde demokratik karar alma mekanizmaları işlemeli, herkes fikrini söylemeli ve sonra bir ortak karar alınmalıdır ki herkesin bu karara disiplinle uyması beklensin.
Hem parti içi demokrasiyi işletmemek hem de parti disiplininden söz etmek, belki otoriter siyasi eğilimlere yakın partiler için geçerli olabilir ama sosyal demokratlık iddiasındaki partide bir “oksimoron” örneği olur!
Ve nitekim, iki yanlıştan bir doğru da çıkmadı.
Tarhan, Kılıçdaroğlu ve ekibinin, “kaybedilen seçimin sorumluluğunu üzerine almasını ve makamdan çekilme olgunluğunu göstermesini” bekliyor.
“Umutsuzluk ve kaybetme döngüsü artık kırılmalıdır” diyor.
Güzel sözler, bir demokraside, demokratik bir siyasi partide beklenmesi gereken davranışın gösterilmesini istiyor.
Ama bunu söylediği basın toplantısından sonra gittiği yer Deniz Baykal’ın TBMM’deki odası!
Kaç seçim kaybettiğini hatırlamıyorum ama kaybedilen her seçimden sonra seçimi aslında nasıl kazandığını anlattığını gayet iyi hatırlıyorum.
Baykal da arkadaşlarıyla değerlendirme yapmış ve şöyle demiş:
“Ciddi bir özeleştiriye ve kadro yenilenmesine ihtiyaç var, bundan çekinilmemeli.”
Başkalarını bilmem ama ben tebessümle okudum.
Hiç yapmadığı bir şeyi, başkasından beklemek!
Şimdi CHP’de nelerin olabileceğini tahmin edebiliriz.
“Muhalif”ler kurultay toplamak isteyecekler, başarılı olamazlarsa bile büyük olasılıkla aynı şeyi Kılıçdaroğlu bu kez kendisi yapacak.
Belki muhalifler ayıklanacak, belki Kılıçdaroğlu gidecek.
Bunların hiçbiri CHP’yi değiştirmeye, Tarhan’ın sözünü ettiği “umutsuzluk ve kaybetme döngüsünü kırmaya” yetmeyecek.
Çünkü “değişim” bugünkü dünyayı ve Türkiye’yi kavrayıp, sorunlarına çözüm üreten, yeni bir şeyler söyleyen programlar üzerinden yapılmayacak.
Daha önce olduğu gibi bir kez daha “ekipler, hizipler, ittifaklar” üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılacak.
Parti yönetimi bir tür müzikli sandalye oyunu gibi, birileri kalkınca, başkalarının yerlerini kaptığı bir oyunla belirlenecek.
CHP’lilerin moralini bozmak istemem ama sorun bu partinin artık politika üretemiyor olmasında.
Politika üretemiyor, siyaseti “O dedi, ben dedim” üzerinden yapmaya çalışıyor.
Temsil edeceğini iddia ettiği kitleler ile organik bağlantısı yok, politika o kitlelerin ihtiyaçlarından ve yeteneklerinden bağımsız olarak yapılıyor.
Bu da küçük hesaplaşmalar için gidilecek kurultaylarla çözülecek bir sorun değil.
Recep Tayyip Erdoğan Cumhuriyeti
AKP “kurmaylarının”, Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı yeminini edene kadar Başbakanlık ve milletvekili görevini sürdürebileceğini, AKP üyeliğinin de düşmeyeceğini düşündüklerini biliyoruz.
Oysa Anayasa ve kanun çok açık.
Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisiyle ilişkisi kesilir, milletvekilliği düşer!
Yazılı mevzuatın hiçbir yerinde “yemin ederek göreve başlamasından sonra” denmiyor.
Kimin Cumhurbaşkanı seçildiğini ise YSK’nın seçimin kesin sonuçlarını açıklaması, Resmi Gazete’de yayınlaması, TBMM Başkanlığı’na bildirmesi ile öğreneceğiz.
Hepsi bu.
Ama öyle görünüyor ki Erdoğan, parti kurmaylarının aklına uyacak, yemin edene kadar partisinden de ayrılmayacak, Başbakanlık görevini sürdürmeye de devam edecek.
Bunun adına “keyfilik” diyoruz.
Ve normal bir demokraside yeri olmayacak bir durum bu.
Bir demokratik hukuk devletinde, yönetimin “keyfiliğe” kaçmasını önleyecek mekanizmalar bellidir.
Güçler birbirinden bağımsızdır, birisi rejim içinde çizginin dışına çıkmaya çalışırsa, ötekileri onu hizaya çeker, kurumlar ve kurallar bunun için vardır.
Türkiye’de artık bir güçler ayrılığından söz edemiyoruz.
Yasama, yürütme organının elinde. Bağımsız hareket edemiyor, hesap soramıyor.
Yargı deseniz, yürütme organının esiri durumunda, yargıçların ve savcıların hükümete karşı bağımsızlıklarını sağlayacak kurum, hükümetin eline geçmiş.
Böyle bir ülkede “keyfiliği” önlemek mümkün değildir.
Keyfilik ise sonunda rejimi ayakta tutan demokratik kurumların tahrip olmasına, giderek yok olmasına yol açar.
AKP yandaş medyasının çok sevdiği deyimle söyleyecek olursak “Yeni Türkiye”, artık Recep Tayyip Erdoğan’ın keyfine göre yönetilecek bir ülke olacak.
Böyle bir ülkede, kimse kendisini güvende hissedemez, zaten güvende de olmaz.
Ve tarih, kurumları geriye dönülemeyecek şekilde tahrip edilmiş ülkelerin, iki yakasının bir araya asla gelemeyeceğinin, yıkılıp gideceğinin örnekleriyle dolu.
Erdoğan’ın 2023 vizyonu, eğer bu ise şunu söyleyebiliriz: O tarihe kadar bu devlet, bu sıkleti kaldırmaz!
Paylaş