İSTANBUL Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın terfi ettirilerek görevinden alınması uzun süredir yapılması gereken bir işti.
Cerrah döneminde İstanbul’da genel asayişin korunması açısından önemli işler yapıldığını kabul etmek gerekiyor.
İstanbul kadar nüfusu olan başka dünya kentlerindekinden çok daha düşük bir suç ve daha yüksek bir yakalama oranına da ulaşıldığı bir gerçek.
Bunlar Cerrah’ın başarıları olarak hatırlanacak.
Ancak, Cerrah’ın özellikle toplumsal olaylar karşısındaki tutumu, Hrant Dink cinayetinin önlenmesindeki açık yetersizlikler ve kamuoyunda tepkiyle karşılanan zamansız çıkışlarını da unutmamak gerek.
Bu görevden almanın bu kadar gecikmesinin tek nedeni Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesindeki cemaatçi organizasyonun bütün ipleri eline geçirmesini önlemekti.
Şimdi İstanbul Emniyet Müdürlüğü için büyük bir yarış başladığı da gerçek.
Bu organizasyonun önemli isimlerinin, Hrant Dink cinayetinin önlenmesindeki yetersizlikleri şanslarını azaltıyor.
İstanbul’a polisin modern yüzünü temsil eden, çağdaş yöntemleri bilen ve her kesimle seviyeli bir diyalog kurabilecek bir isim bulunması gerekiyor.
Dün, Ankara ve İzmir Emniyet Müdürlerinin isimlerinin bu görev için geçtiğini duydum.
Başbakan’ın kafasındaki ismi bilebilmemize elbette olanak yok ama yeni atanacak Emniyet Müdürü’nün, göreve başlamadan önce İstanbul’da geçmişte yapılan hataları tekrar gözden geçirip, kendine bir iş planı yapması, kendisi için de, İstanbul halkı için de yararlı olacaktır.
Jübileni asla yapma!
GEÇEN hafta Hürriyet Pazar’da yazdığım "50 yaş erkekleri" ile ilgili yazımdan sonra, Brezilya ile ticaret yapan bir arkadaşım, oradan aldığı bir tişörtü bana hediye etmek istedi.
Bu tişört, giyebileceğim bir şey değil.
Üzerinde Hugh Hefner’e benzeyen, oldukça yaşlı bir erkeğin kara kalemle çizilmiş resmi var. Adamın bir dizinde sarışın, diğerinde esmer bir genç kadın görülüyor. Adamın suratından durumdan hayli memnun olduğu anlaşılıyor. Ve üzerinde Portekizce bir söz yazılı: "Asla kramponlarını atma!"
"Kramponlarını atmak", Brezilya’da futbolcuların jübileleri için kullanılan bir deyimmiş.
Evet, bazı erkekler buna inanıyorlar. Genç kadınların enerjilerinin kendi yaşam sürelerini de uzatabileceğine ilişkin yaygın bir inanç.
Ve elbette bizim "kırkından sonra azanı teneşir paklar" atasözümüzle de çelişen bir durum.
Öte yandan erkeklerin bitmek bilmez hırslarının da jübilelerini mümkün olduğunca geciktirmek istemelerine neden olduğu da gerçek.
"Erkeklerin dikey büyüme sevdası" diyor buna Prof. Dr. Osman Müftüoğlu.
Hüsamettin Cindoruk’un "Benden genci yok" diyerek, siyasete yeniden dönmesi gibi bir durum bu.
Ve arkadaşlar, üzülerek söylemeliyim ki hayatı bu iki yöntemle de uzatabilmek mümkün değil.
Amaç, mümkün olduğunca uzun bir yaşam yerine, mümkün olduğunca keyif alınan bir yaşama dönüştürülmeli ki anlamı olsun.
Hayattan keyif almanın yolundaki önerim ise Stoacılara kulak vermek: Yeteri kadar giysi, yeteri kadar yiyecek, üzerinize yağmur kar yağmasına izin vermeyecek kadar bir çatı ve uzun sohbetler edebileceğiniz kadar çok arkadaş!
Ancak insanoğlunun bitmek bilmez hırsları "giysi, yiyecek ve çatı" meselesinde "yeterli" ölçünün bulunabilmesine olanak vermiyor ne yazık ki.
Tarihi binaları kırpıp otel yapmayalım!
KÜLTÜR ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Boğaz’daki kamuya ait binaları otel yapmak için harekete geçeceğini açıkladı.
Kuleli Askeri Lisesi, eski Haydarpaşa Lisesi, Sultanahmet’teki Tapu Kadastro binası, Sepetçiler Kasrı gibi okul ve devlet dairelerinin boşaltılarak müze, otel gibi turizm hizmetine sunulması planı bu.
Haydarpaşa Garı’nı alışveriş merkezi yapmaktan daha iyi bir çözüm gibi görünüyor ilk bakışta.
Hükümetin bir üyesi böyle düşündüğüne göre, Haydarpaşa Garı’nı yok edecek proje rafa kaldırılacak ve bir müze haline getirilecek diye umutlanabiliriz.
Bazı binaları Turizm Bakanı’nın önerdiği şekilde kullanmakta akılcı bir yön de olabilir. Ancak, eski binaların tümüne yönelik böyle bir uygulama modern yaşamda pek kabul görecek bir durum da değil.
Özelliği olan binaları yapılış amacına uygun kullanmaya devam etmek, o şekliyle yaşatmak da bir kentin kendine özgü dokusunu koruyabilmek için şart. O binalarda okuyan, çalışan, hizmet alan insanların tarihe ve kültüre sahip çıkma bilinçlerini de arttıracak bir şey bu.
Onun için böyle toptancı bir yaklaşım doğru değil. Bazı binaları seçerek otel yapmaya evet, ama hepsini birden otel yapmaya hayır!