Çaresizlikle boyun eğiş aşk değildir

BİR kadın ile bir erkek, cennet gibi bir yaşamı paylaşırlarken nasıl olur da birbirlerini yemeye başlarlar?

Haberin Devamı

 

Dışarıdan baktığınızda her şeyleri vardır: Güzel bir ev. Paylaşılan ortak tutkular. Güzel anlar geçirilen dostlar.

 

Sonra bir gün bir de bakmışsınız dışarıdan görülen o cennet, aslında cehennemin saklanan yüzünden başka bir şey değilmiş.

 

Yıllar sonra Küba’da çekilen ilk Amerikan filmi ‘Papa Hemingway in Cuba’ isimli film tam da böyle bir öyküyü anlatıyor.

 

Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz’i yazdığı Küba günlerinde geçiyor film.

 

Miami’li genç gazeteci Ed Myers’in kendi yazar kimliğini arayışı sırasında Hemingway ile yolu kesişiyor ve iki yıla yakın onun adeta oğlu gibi oluyor.

 

Haberin Devamı

Filmin tümünü anlatıp tadını kaçırmayacağım tabii, merak etmeyin.

 

Filmin bir sahnesinde, Hemingway’in 59. yaş günü için eski bir gazeteci olan eşi Mary Hemingway bir sürpriz parti hazırlar.

 

Bu sürpriz partiler ne kadar sürpriz oluyor, onu da aslına bakarsanız hiç anlamıyorum.

 

Bizim Samim Reis ise meseleye “Temel” gibi bakıyor: Madem parti sürpriz, hediye de almamak gerekir ki sürpriz bozulmasın!

 

Bence herkes biliyor bir sürpriz olacağını, ona göre kendini hazırlıyor. Neyse sözü uzatmayalım, bu faslı geçelim.

 

Parti boyunca Hemingway ile Mary arasındaki gerilimin giderek yükseldiğini görüyoruz.

 

Sonunda eve döndüklerinde aşırı alkolün de etkisiyle film kopuyor, bağırış, çağırış iğrenç bir karı-koca kavgası.

 

Evde misafir olarak bulunan Ed Myers ile şair Evan Shipman da bu tatsızlığa tanık oluyorlar.

 

Haberin Devamı

(Shipman, Hemingway gibi lanet bir tip ile en uzun süre arkadaş kalmayı başaran tek insan. Hemingway ‘Kadınsız erkekler’ isimli öykü kitabını ona ithaf etmişti.)

 

Ed Myers soruyor:

“Ne oldu, eskiden burası bir cennetti?”

 

Shipman yanıtlıyor: “Görünürde her şeyleri var gibi. Bu muhteşem malikâne. Bol para. Güzellik. Sağlık. Şöhret. Ama ikisinde de olmayan bir şey var. Gerçek dostluk. Kendi egonu bir kenara bırakma isteği ve arzusu. Sevdiğin insanı her gün dolu dolu yaşama dileği. Onlarda eksik olan bu evlat.”

 

Myers “Kuşatma altında olmak gibi” diye araya giriyor.

 

Shipman devam ediyor: “Çoğu evlilik böyledir.” Sonra anlıyoruz ki Shipman’ın evliliği de öyleymiş.

 

Haberin Devamı

Bu durumun evlilikler ile sınırlı olduğunu zannetmiyorum.

 

Görüyorum ki her ilişkide böyle bir sorun olabiliyor.

 

Aşk diye tarif ettiğimiz duygu aslına bakarsanız insanın kendi egosunu yenebilmesi ve bir başkasının içinde eriyip yok olma isteğidir.

 

Egoların çatıştığı, iki tarafın da kendisi olmaktan vazgeçmediği ilişkiler, önünde sonunda filmdeki gibi patlamalarla sonuçlanır.

 

Herman Hesse, “Sevilmek mutluluk değildir” diye yazmıştı.

 

Ona göre mutluluk bir başkasını sevmek ile ilgiliydi.

 

Bir başkasını seviyorsan da onu olduğu gibi kabul etmen gerekir. Değiştirmeye çalıştıkça, çatışma da kaçınılmazdır.

 

Tabii her ilişki iki kişiliktir ve bu iki kişiden birinin egosundan vazgeçmesi de yetmez.

 

Haberin Devamı

Öyle bir durumda zaten bir ilişkiden değil, taraflardan birinin teslim olmasından söz edebiliriz.

 

Bir tarafın tam olarak iktidarı ele geçirdiği, diğerinin çaresiz bir boyun eğişle olup biteni kabul ettiği ilişki, aşk değildir.

 

İnsan kendisini kandırabilir bunun aşk olduğuna ama değildir, kendine ne söylersen söyle.

 

Çaresizlikle kendinden vazgeçiş, bir ilişkinin ömrünü uzatır belki ama hepsi bu kadar.

 

ZENGİNLİK SADECE PARAYLA İLGİLİ DEĞİL



PAPA Hemingway in Cuba
’nın bir sahnesinde Mary Hemingway, Ed Myers’e bir Küba atasözünü naklediyor:

 

“Bazı insanlar o kadar fakir ki sadece paraları var.”

 

Aslına bakarsanız bugün bu filmden söz ediyor olmamın nedeni de bu atasözü.

 

Haberin Devamı

Filmdeki bu repliği hatırlamama vesile olan şey, perşembe gecesi New York’ta Guggenheim Müzesi’nde düzenlenen bir etkinlikti.

 

Son yıllarda çizgisini değiştiren ve modernleşerek bir lüks markaya dönüşen giyim markası Hugo Boss, 20 yıldır bu müze ile birlikte bir sanat ödülü veriyor.

 

Daha doğrusu ödül seçimi için gereken harcamaları ve 100 bin dolarlık ödülü Hugo Boss karşılıyor, seçimi müzenin belirlediği bir jüri yapıyor.

 

Ödül, güncel (contemporary) sanatlar (çağdaş sanatlar ile karıştırmayalım) alanında eserler veren sanatçıları desteklemek amacını taşıyor.

 

Bu yıl 20. kez verilen ödülü kazanan sanatçı Koreli Anicka Yi oldu.

 

New York’ta yaşıyor, organik ve sentetik malzemeleri birlikte kullanarak yarattığı enstalasyonları, videoları ve heykelleriyle tanınıyor.

 

Bir giyim markasının 20 yıldır, hiç kesintisiz olarak böyle bir işi sürdürüyor olmasını, memleketimizin şirketlerinin, marka yöneticilerinin ve halkla ilişkiler şirketlerinin dikkatine sunmak isterim.

 

İletişimin kesintisiz sürdürülmesi gereken bir iş olduğunun güzel bir örneği.

 

Her yeni marka yöneticisinin “Artık bu ödülü vermeyeceğiz, bütçemizi satış etkinliklerine ayırmaya karar verdim” demeyi akıl edemediği bir dünya.

 

Zenginliğin ya da fakirliğin sadece parayla ilgili olmadığını 20 yıldır süren bu yolculuğun ayak izlerini takip ederken yeniden düşünme olanağı buldum.

Yazarın Tüm Yazıları