Paylaş
Sürpriz bir karar değil.
Mahkemenin bundan önce de bu ifade özgürlüğünün ve halkın haber alma hakkının korunması konusunda verdiği kararlara bakınca, tersi bir kararın çıkmayacağı da belliydi.
Benzeri bir kararın Can Dündar ve Erdem Gül hakkında da verileceğini göreceğiz.
Aynı şekilde bugün büyük bir cadı avına tabi tutulan bildirici akademisyenler için de verileceğini şimdiden söyleyebiliriz.
AİHM kararları, Türkçeye de çevrildi ve herkes kolaylıkla bunlara ulaşabiliyor.
Bizim Anayasa Mahkemesi’nin internet sitesinde de Gilles Dutertre’nin AİHM kararlarından örnekler verdiği bir kitabının Türkçe çevirisi var.
Türkiye’de görevli yargıçların ve savcıların bu kararları bilmiyor olmaları da mümkün değil.
Ama yine de Can Dündar–Erdem Gül örneğinde olduğu gibi gazeteciler sırf bir haber yayınladılar diye tutuklu olarak yargılanabiliyor.
Bildiri yayınlayan akademisyenler savcılar tarafından soruşturuluyorlar, muhtemelen onlar hakkında da davalar açılacak.
Türk adalet sistemi bunu bile bile neden yapıyor diye merak etmemize de gerek yok.
Merak etmiyorum, çünkü bütün bunların neden yapıldığını biliyoruz: Sonuçta mahkûm edemeyeceklerini bildikleri halde bunları yapıyorlar çünkü “peşin cezalandırma” yoluna giderek, toplumu muktedirin talepleri doğrultusunda baskı altına almak istiyorlar.
Türkiye’de hukuk her zaman güçlünün yanında oldu, ama unutmayalım ki artık Avrupa’da hâkimler var!
Eleştiri amaçlı düşünce açıklaması
AKADEMİSYENLERİN yayınladığı “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiri ile ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı değerlendirmeyi, dün Hürriyet’te yayınlanan Mesut Hasan Benli’nin haberinden öğrendim.
Soruşturma önce Terörle Mücadele Kanunu’nun 6 ve 7. maddelerine dayandırılmış ancak daha sonra bu maddelerin ikinci fıkralarında yapılan değişiklik nedeniyle “terör örgütü propagandası” suçlamasının doğru olmayacağı görüşü oluşmuş.
Savcılık bildiride örgütün eylemlerini övme ve meşru gösterme gibi hususların olmadığına dikkat çekerek soruşturmaları Ceza Kanunu’nun 301. maddesine göre yürütme görüşüne varmış.
Elbette henüz savcılığın görüşünün ne yönde kesinleşeceğini ve iddianamenin hangi suçlama ile yazılacağını şimdiden bilmeye olanak yok.
Belli ki savcılık da hukuku zorlamanın işe yaramayacağını düşünüyor, bu habere bakarak bunu söyleyebiliriz.
Hrant Dink’in hedef haline getirilip öldürülmesine neden olan meşhur 301. madde, “Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, devletin kurum ve organlarını aşağılama” suçu ile ilgili hükümler içeriyor.
Sözkonusu bildiride bu suçun oluştuğuna ilişkin nasıl bir söz buldular bilemiyorum ama aynı maddenin 3. fıkrasını bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum: “Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.”
Durum da tam olarak bundan ibarettir!
Devlet meşruiyet sınırı içinde kalmalı
ŞIRNAK’ın Cizre ilçesinde sokağa çıkma yasağı sürerken bazı yaralıları hastaneye taşıyan gruba ateş açıldı ve 12 kişi yaralandı.
HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, gruba ateş açanların polisler olduğunu söylüyor.
Daha önce de yazdım, tekrarlayayım: Silahlı grupların hendekler kazarak, barikatlar kurarak kendilerince “özyönetim” ilan etmelerine dünya yüzündeki hiçbir devlet müsaade etmez.
Barikatları kaldırmak, hendekleri kapatmak ve bölge halkını silahlı grupların tacizinden korumak devletin öncelikli işlerinden biridir.
Ancak devletler, bunu yaparlarken “meşruiyet” sınırının dışına çıkmamaya özen göstermelidirler.
Elbette iyi kötü bir demokrasi ile idare edilen devletlerden söz ediyorum. Esad, Kaddafi, Saddam türü diktatörlerin egemen olduğu devletlerde böyle bir kaygı zaten olmaz.
Devletin meşruiyetini koruyarak, olaylara müdahale edebilmesi, temel insan haklarına saygı ile mümkün olur.
Devlet kanun dışına çıkmaz, toptancı bir anlayışla cezalandırmaz, suçlu ile suçsuzu ayırt eder, suçsuzların zarar görmesini engeller.
Suç ve ceza şahsidir.
Teröristi yakalayacağım, etkisiz hale getireceğim diye İsrail’in, Gazze’de yaptığı gibi bütün bir bölge halkını cezalandıramaz.
Zaten bu tür silahlı gruplarla mücadelenin demokratik toplumlarda zor olmasının nedeni de budur. Ancak devlet bu zorluğa göğüs germek, kanunların çizdiği sınırların içinde kalmak zorundadır.
Eğer Cizre’de sivillerin üzerine ateş açıp 12 kişiyi yaralayanlar gerçekten polis iseler, bu kişilerin hemen tespit edilip soruşturulması ve cezalandırılması gerekir.
Tersi her tutum Türkiye’nin bölünmesini isteyenlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir sonuç doğurmaz.
Paylaş