MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile eski MİT müsteşarı, eski müsteşar yardımcısı ve iki MİT görevlisinin ifade vermek için özel yetkili savcılık tarafından davet edilmesi ile ilgili “devlet krizi” dün çıkartılan “yakalama” kararları ile biraz daha tırmandı.
Özel yetkili savcılığın CMK’dan kaynaklanan yetkilerini kullanmakta ısrarcı olduğu anlaşılıyor. Özel yetkili savcılığın, MİT görevlileri ile ilgili hangi suçlamalar için soruşturma yürüttüğü dün basına yansıdı. İddia edilen suçlar şöyle: MİT heyeti, istihbarat toplama ve bilgi edinme görevinin dışında örgütün yönetilmesine aracılık etti. Silahlı faaliyet yürütmesi en baştan beri öngörülen KCK yapılanması MİT heyetinin gözetiminde tamamlandı. MİT gerek doğrudan temaslarında gerekse örgüt içindeki ajanları aracılığıyla elde ettiği saldırı ve eylem talimatlarının önlenmesi ve engellenmesine yönelik harekete geçmedi. İstihbarat toplama vazifesi aşılarak devletin bütünlüğü ve anayasal düzene karşı anlaşma noktasına gidildi. Örgütün silahlı eylemlerine ve yapılanmasına göz yumuldu. Öcalan’la örgütün üst yönetimi arasındaki mektuplaşma trafiği sağlandı. MİT, örgüte verdiği taahhütler kapsamında güvenlik güçlerinin operasyonlarını engellemek için çalışma yürüttü ve örgüte geri bildirimde bulundu. Bunlar çok ciddi iddialardır. Ve ciddiyetiyle orantılı olarak soruşturulması gerekiyor. MİT yetkililerinin, hükümetin talimatıyla PKK’nın yöneticileri ile çatışmaların durdurulması için görüşmeleri, bazı anlaşmalar yapmaları başka bir şeydir, iddia edilen suçlar başka bir şey! İstihbarat toplama ve hükümetin talimatıyla devlet adına görüşme faaliyetlerinin dışına çıkıldıysa, bunun neden yapıldığını da öğrenmek gerekir. Bu işler, bazı MİT mensuplarının görevlerinin dışına kendi kusurlarıyla çıkmalarından mı kaynaklanıyor? Yoksa hükümetin seçim döneminde tırmandırdığı gerginlik politikasını desteklemek için mi yapıldı? Eğer bu ikinci durum söz konusuysa, soruşturmanın daha yukarılara kadar tırmanması da kaçınılmaz görünüyor. Yanıtını öğrenmemiz gereken soru da bu zaten: KCK yapılanmasının MİT gözetiminde tamamlanması ve örgütün yönetiminde MİT mensuplarının etkin olması büyük bir komplonun parçası mıdır? Yoksa bireysel hatalar ve suçlar mı söz konusudur?
Dedemin yolculuğunun 100’üncü yılı
GEÇMİŞE saplanıp kalmanın, geçmişteki acı olayların hesabını bugün görmeye çalışmanın kime ne faydası var, bilemiyorum. Bunu söylerken tarihi doğru olarak yazmanın, tarihte olup biten olayları doğru olarak öğrenmenin yanlış olduğunu da söylemiyorum elbette. Tarih doğru olarak yazılmalı ki neler olup bittiğini, hangi şartların neleri doğurduğunu öğrenmemiz mümkün olsun ve bunlardan bugünkü yaşamlarımızı iyileştirmek için dersler çıkarabilelim. Geçmişin esiri olmadan, geçmişten yararlı dersler çıkarmak. Geçmişte olanlardan bugün için düşmanlıklar çıkarmamak. Esas sorun budur. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı topraklarında Ermeni tehciri kararının ardından neler olup bittiğini de bu nedenle öğrenmek zorundayız. Ama hepsi bu kadar değil! Benim rahmetli dedem, bugün Makedonya olarak bilinen devletin kurulu bulunduğu topraklarda doğmuştu. Üsküp’te çarşının içindeki büyük caminin önündeki meydanda dev çınar ağaçları var. Yıllar önce o çınarların altındaki kahvede otururken, bir cuma namazının dağılışını izlemiştim. Benim için gerçekten çok heyecanlı ve duygulu anlardı. Camiden çıkan yaşlı insanlara bakınca dedemi hatırlamıştım. Onun gibi yürüyen, onun gibi konuşan, onun gibi çakır gözleriyle etrafa dikkatle bakan yaşlı insanlar. Dedem o toprakları terk etmek zorunda kaldığında 12-13 yaşlarında olmalı. Osmanlı’nın, Balkanlar’daki topraklarını terk edip geri çekilmek zorunda kaldığı yıllar. 1912 Ekim’i ile 1913 Eylül’ü. Bugün Bosna-Hersek, Makedonya, Hırvatistan, Arnavutluk, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Bulgaristan ve Yunanistan’ın egemenliğindeki topraklarda o tarihte kaç Türk yaşıyordu? O Türkler, doğup büyüdükleri toprakları “zevk için” mi terk ettiler? Yoksa terk etmek zorunda mı kaldılar? Onların yurtlarından kopup Anadolu’ya gelmelerine ne isim vermeliyiz? Hicret mi, tehcir mi? Hangisi gerçek durumu daha iyi açıklar? Dedem küçük bir erkek çocuk olarak bütün bu badireleri atlatıp önce Akhisar’a, sonra Salihli’ye geldiğinde tek başınaydı. Neden? Annesi-babası, yakın akrabaları “sorumsuz insanlar” oldukları için mi? Yoksa yol boyunca akrabalarının çok büyük bölümünü kaybettiği için mi? Neden dedem, hayatta kaldığı süre içinde hep “akrabalarının” peşinden koştu? Neden defterine küçük küçük notlar halinde yurdun dört bir yanındaki akrabalarının adreslerini yazdı? Bir gün yine göç yollarına düşmek zorunda kalırsa tutunacak bir dal bulurum umuduyla mı? Küçük bir çocuğun o yıllarda yaşamak zorunda kaldıklarının onun ruhunda açabileceği ve biz çocuklarının, torunlarının hiçbir zaman anlamadığımız yaraların bir sonucu muydu, o küçük notlar? Balkan Savaşları ve onu takip eden birkaç yıl içinde bütün Balkanlar’da 5 milyona yakın Türk’ün öldürüldüğü bir gerçek mi? Yoksa o insanlar zaten hiç yaşamamışlar mıydı? Bunun için şimdi gidip Yunanistan’ın, Bulgaristan’ın, Sırbistan’ın, Karadağ’ın, Hırvatistan’ın, Makedonya’nın, Arnavutluk’un yakasına mı yapışmalıyız? Şurası bir gerçek: Osmanlı’nın son yılları büyük katliamlara sahne oldu. Acılar, kıyımlar, göçler, savaş rüzgârlarının savurduğu perişan insanlar. Türkler, Ermeniler, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar, Çingeneler! Şimdi aradan geçen bunca yıldan sonra çektiğimiz ortak acılardan yeni düşmanlıklar mı çıkarmalıyız? Yoksa o yıllarda neler olup bittiğini tam olarak öğrenip bundan sonra bir daha hiç savaşmamanın, kardeşçe bir arada yaşayabilmenin yollarını mı bulmalıyız? Bu yazıyı kim bilir kaçıncı kez yazıyorum. 2012 Şubat ayının bugününde aynı yazıya dönmemin nedeni Atlas Dergisi ile birlikte bu ay verilen ciltli bir ek oldu. Bu yıl Balkanlar’dan göçün 100. yılı. Büyük acılara ve kayıplara neden olan bir zorunlu tehcirin ve katliamların 100. Yılını anarken eski düşmanlıkları mı gündeme getirmeliyiz, yoksa acıları geride bırakıp dedelerimizin yaşadığı yerleri gezerek, onları anmalı mıyız? Atlas’ın bu ayki eki “Balkanlar Gezi Atlası” ikinci yolu öneriyor. Büyük Balkan coğrafyasında gezilip, görülecek yerleri anlatan bir rehber bu. Göçün 100. yılı için dedelerimizin, ninelerimizin ruhlarına adanmış bir armağan!