Paylaş
Buna göre başkente polis ve yeni teknolojik teçhizat desteği yapılacak. Kente giriş ve çıkışlar polis ve jandarma ile daha sıkı kontrol edilecek. Kritik binalara yapılacak olası saldırılar için hazırlıklar yapılacak. “Görünür polis” uygulaması hayata geçirilecek, 2 bin yeni polis de özel eğitimle göreve başlatılacak.
Medeniyet tarihi aslına bakarsanız bir ölçüde de böyle yazıldı.
İnsanlar, başlarına gelen felaketlerden dersler çıkardılar, aynı faciaların yaşanmaması için önlemler geliştirdiler, uyguladılar.
Onun için Ankara’daki saldırıdan sonra yeni güvenlik önlemlerinin düşünülüp uygulanması doğru bir iş.
Ancak yine de sormadan geçmek istemiyorum: Bu, Ankara’daki ilk saldırı mıydı?
Geçtiğimiz yılın ekim ayında, yine Ankara’da teröristler benzeri bir intihar saldırısı gerçekleştirip 102 vatandaşımızın ölümüne neden oldular.
O vakit böyle saldırıların tekrarlanabileceği düşünülmemiş miydi ki böyle kapsamlı bir güvenlik planı uygulamaya sokulmadı?
Böyle bir plan uygulanmış olsaydı, son saldırı gerçekleşebilir miydi?
Sığınmacı mı, değil mi?
ANKARA’daki saldırıyı düzenleyen teröristin adı, terör örgütünün açıkladığı gibi Abdulbaki Sömer mi, yoksa yetkililerin açıkladığı gibi Suriyeli Salih Neccar mı?
Abdulbaki Sömer’in babası, saldırıyı düzenlediği belirtilen kişinin fotoğrafının oğluna ait olduğunu iddia ediyordu.
Bununla ilgili DNA araştırması sonuçlandı ve ortaya çıktı ki saldırıyı düzenleyen terörist Abdulbaki Sömer!
Demek ki Sömer, Türk vatandaşı olmasına rağmen Suriyeli sığınmacı gibi başvurup, sığınmacı kimliği almış.
Bu da sınırda yapılan sığınmacı kayıtlarına o kadar da güvenilmemesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Bu kayıtların güvenilirliğini sağlamak için yeni bir plan var mı? Bununla ilgili bir çalışma yapılıyor mu?
Dikkatimi çeken bir diğer husus, yetkililerin açıklamalarına göre sözkonusu kişi, sığınmacı kimliği aldıktan sonra birkaç kez Suriye’ye gidip geri dönmüş.
Bu nasıl bir iş anlayamadım.
Suriye’de barınamayacağını beyan ederek sığınmacı olan bir kişinin tekrar Suriye’ye dönmesine ve geri gelmesine izin mi veriliyor?
Eğer memleketine böyle kolayca gidip gelebilecek durumdaysa neden sığınmacı başvurusu kabul ediliyor?
Sınırımızın yolgeçen hanına dönmesinin bir göstergesi de bu değil mi?
Suriye’ye bu kadar kolay gidip gelebiliyorsa, bu onun bazı örgütsel ilişkilerine işaret etmez miydi? Neden bu husus dikkate alınmadı?
Ortaya çıkıyor ki sığınmacılar ile ilgili politikasızlığımız sadece ülkemizdeki sığınmacıları başıboş bırakmakla ilgili değil.
Bu durumun nasıl tehlikeli sonuçlar doğurabileceği ile ilgili olarak New York Üniversitesi’nden Selçuk Şirin ile yapılan söyleşiyi www.neotempo.com sitesinde şu bağlantıyı tıklayarak okuyabilirsiniz.
http://www.neotempo.com/yasam/ekmegimizi-suriyelilerle-paylasmazsak-bedelini-oderiz
Devletin yanı!
FBI, Apple şirketinden akıllı telefonların güvenlik kodlarının kolayca aşılabilmesine olanak sağlayan bir “arka kapı” açmasını istedi.
Apple CEO’su Tim Cook, konuyla ilgili mahkeme kararına uymayacaklarını, müşterilerinin kişisel bilgilerinin korunmasının esas olduğu söyledi.
Facebook ve Twitter CEO’ları da Cook’a destek oldular.
Bireylerin kişisel haklarını korumanın önemine dikkat çektiler.
Tabii orası ABD olduğu için Obama çıkıp “Eyy Apple” diye başlayan bir nutuk atmadı, Tim Cook’u “vatan haini” ya da “terörist işbirlikçisi” ilan etmedi.
Tim Cook da terörle mücadele görüntüsü altında, aslında temel bir anayasal hakkı çiğnemeye kalkışan “devletinin yanında” durmadı.
Yerini “kişisel özgürlüklerin korunmasının yanında” seçti.
Yıllar önce, boksör Muhammed Ali Clay, askere alınarak Vietnam Savaşı’na gönderilmek istenmişti.
Muhammed Ali, “haksız savaş” olarak nitelediği Vietnam’a gitmemek için ABD devletinin orada işlediği suçlara ortak olmamak gerekçesiyle askere gitmeyi reddetti, bu yüzden hapse de mahkûm edildi.
“Devletinin yanında durmadı”, Vietnam’da işlenen savaş suçlarına karşı çıkanların yanında yer aldı.
Fransa’nın, Cezayir’de sürdürdüğü kolonyalist savaşa ve kıyımlara karşı çıkan 121 Fransız aydını bir manifesto yayınlamıştı.
Aralarında Jean Paul Sartre, André Breton, Simone de Beauvoir, Francis Jeanson gibi, dönemin en çok tanınan aydınlarının da bulunduğu 121’ler, manifestolarında şöyle diyorlardı:
“Ordunun kapalı ve açık bir şekilde demokratik kurumlara karşı başkaldırdığı, gücünü ırkçı bir egemenlik aracı olarak kullandığı bazı durumlarda reddetmek ve ‘ihanet’ kutsal bir görevdir”.
Fransız aydınlarının ve Muhammed Ali’nin haklı oldukları yıllar sonra ortaya çıktı.
Kuşku duymayın ki Tim Cook da tarih önünde haklı çıkacak.
Çünkü günümüzde de aydın sorumluluğu kayıtsız şartsız “devletin yanında olmak” değildir.
Aydın olmak, en zor şartlar altında, devletin olanca baskısına rağmen insan haklarının, demokrasinin yanında olmak ile ilgili bir durumdur çünkü.
Bugün “devletin”, aykırı söz söyleyen herkesi hain ilan ettiği bir ülkede de doğru olan tutum, insan haklarının ve demokrasinin yanında olmaktır.
Devletin yanlışlarla dolu politikalarını desteklemek değil!
Paylaş