Bu ne garip bir çelişki

TÜRKİYE, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeliğine aday.

Bu çerçevede sürdürülen diplomasi faaliyeti, Türkiye’nin bugüne kadar ihmal ettiği coğrafyalara açılımını sağladı.

İstanbul’daki Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi’nin önemi de bundan ileri geliyor zaten.

Hükümet, adaylık konusundaki cesur tutumu ve dünyaya açılma perspektifi nedeniyle aslında kutlanması gereken bir politika izliyor.

Ancak bu "iyi tabloda" mide bulandıran şey, medeni dünyanın soykırım suçlusu olarak yargılamaya hazırlandığı Sudan Devlet Başkanı Ömer Hasan El Beşir’e gösterilen hoşgörü.

Başbakan’ın Sudan gezisiyle başlayan ve Beşir’in Türkiye’de altı ay içinde ikinci kez ağırlanmasına varan bu "örtülü destek", kaynağını Beşir’in "şeriatçılığından" alıyor olsa gerek.

Bu politika ile BM Güvenlik Konseyi adaylığı arasında ciddi bir çelişki var.

Bir tarafta Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin tutuklamak üzere aradığı bir "sanık", diğer tarafta bu sanığı ağırlayarak uluslararası toplumu pek de takmadığını ihsas eden Türkiye.

Ve Türkiye, Güvenlik Konseyi’ne seçilebilmek için gidip o ülkelerden oy isteyecek!

O gün geldiğinde bu tavrın öne sürülmeyeceğini söyleyebilmek için insanın dünyadan habersiz olması gerekiyor.

Gizli oyla yapılacak seçimde ülkelerin BM’deki daimi temsilcileri oy kullanacaklar. Bugün o ülkelerin devlet adamları yüzünüze karşı ne söylerlerse söylesinler, o gizli oylar verilirken temsilciler kendi vicdanlarıyla baş başa kalacaklar.

Ve o vicdani kanaati etkileyecek şey de ne söylediğinizden daha çok bugüne kadar uluslararası toplumu ilgilendiren konularda nasıl tavır takındığınız olacaktır.

Dünya çapında sürdürülen yoğun bir propaganda faaliyeti ile "Ermeni soykırımı yapmakla suçlanmak istenen" bir ülkenin, soykırım yaptığı, insanlık suçları işlediği genel kabul gören bir lideri ağırlamasındaki çelişki de bütün bunların üzerine tüy dikecek!

Hey gidi dünya hey!

BEŞİKTAŞ Belediyesi, bir süredir "ustalara saygı" genel başlığı altında bir dizi toplantı düzenliyor.

Ülkemizin önde gelen sanatçılarına, hayattayken görmeyi hak ettikleri saygının bir ifadesi bu toplantılar.

Çarşamba gecesi Beşiktaş’taki Abbas Ağa Parkı’ndaki minik açık hava tiyatrosunda böyle bir toplantıya katıldım. Gece, Türk pop müziğinin en verimli bestecilerinden biri olan Ali Kocatepe için düzenlenmişti.

Ali Kocatepe ile arkadaşlığım 25 yıl öncesine kadar uzanıyor. Aynı dergide çalıştık, aynı evi paylaştık. Dillerden düşmeyen bestelerinin bir bölümünün nasıl doğduğuna tanıklık ettim.

Kocatepe, "Türkiye’nin her dönemde dinlenebilecek 100 pop müzik bestesi" listesini yapsak sanırım en az on şarkı ile orada olmayı hak eder.

"Ben yine sana vurgunum, Melankoli, Küçük bir aşk masalı, Hey gidi dünya hey, Benim meskenim dağlardır, Heyemola, Yaşamak kartal gibi göklerde dolaşmaktır, Al gönlümü diyar diyar sürükle" ilk aklıma gelenler.

Ve bence bir önemli yönü de Sabahattin Ali’nin şiirlerine kattığı duygu ve o şiirleri yeniden hatırlamamızı sağlamasından kaynaklanır.

Bizde ádet, insanların değerini öldükten sonra teslim etmektir. Bu genel tutumu değiştirdiği ve çok değerli bir besteciye gösterdiği saygı için Beşiktaş Belediyesi’ni kutluyorum.

Erbakan’ın affı meselesi

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, eski Başbakan Necmettin Erbakan’ın, "kayıp trilyon davasından" aldığı cezayı affetti.

Bir süredir cezasını evinde çekmekte olan Necmettin Erbakan, artık istediği gibi gezip dolaşabilecek.

Aslına bakarsanız Erbakan’ın bu suçtan ceza çekiyor olması rahatsızlık verici bir şeydi.

En çok da Cumhurbaşkanı açısından!

Aynı davadan yargılanacaklarken biri Cumhurbaşkanı oldu, diğeri mahkûm!

Bu haksızlığın Cumhurbaşkanı’nı da rahatsız ettiğini düşünüyorum. Gidip kendisi de hapis yatacak değildi ya, yol arkadaşını affetti ve mesele bitti.

Öte yandan kişisel görüşüm şu ki, Necmettin Erbakan yaşında ve sağlık sorunları olan bir suçlunun affedilmesinde de insani açıdan bir yanlışlık yok.

Yeter ki bu "keyfi bir uygulama" olmasın.

Türkiye hapishanelerinde böyle çok sayıda mahkûm var, hatta daha mahkûmiyeti kesinleşmemiş olanlar bile var!

Cumhurbaşkanı’nın bu yöndeki taleplere de aynı şefkatle yaklaşmasını beklemek kamuoyunun hakkıdır.

Aksi tutum "bizden olanlar-bizden olmayanlar" ayrımının Cumhurbaşkanlığı nezdinde, adalet mekanizmasına kadar yayıldığını düşündürtür ki bu da herhalde o makamın saygınlığıyla bağdaşabilecek bir şey değildir.
Yazarın Tüm Yazıları