Paylaş
Bakan Bey şöyle diyor: “Haklardaki eksikler ve kısıtlamalar yüzünden terör sorununun ortaya çıktığını söylüyoruz. Haklar verilir ama terör bitmezse ve kamuoyu da ‘Bakın verdiniz hakları ama bunlar yine de durmadılar’ diye düşünürse bu başarısızlıktır. Ama yok, haklar verilir ve terör bitmez ama kamuoyu ‘demek hakların eksikliği yüzünden değilmiş’ derse bu başarısızlık değildir.”
Bakanın bakışında birçok sorun var. Bu meselenin neden bunca zamandır çözümlenemediği ve bir çözüm iradesinin bugüne kadar neden ortaya konulamadığı bunda gizli.
Ve işin ilginç tarafı, bu sözleri söyleyen bugüne kadar bu konuda en cesur girişimi başlatan hükümetin de “önde gelen” bir bakanı!
Meseleye bakıştaki temel sorun, Türklerin “veren”, Kürtlerin “alan” olarak konumlanmış olması.
Sözü edilen konu da temel insan hakları ile ilgili. Terörden, etnik kimliklerden bağımsız bir konu olarak düşünülmeli ve ele alınmalı. Ne yani, PKK saldırıları olmasa, insanlar ölmese temel insan hakları gündemimize gelmeyecek miydi?
Sorunumuz, bu memlekette bugüne kadar adam gibi bir demokrasi kurulamamış olması.
Tek başına asker vesayeti de değil bunun sorumlusu, genel olarak zihinsel iklimimizin demokrat olmayı başaramaması ile ilgili.
Demokrasi, Türk için de gerekli, Kürt için de, Arap için de, bu ülkede yaşayıp kendisini şöyle ya da böyle bir etnik aidiyet içinde tanımlayan-tanımlamayan herkes için de gerekli.
Demokrasinin geliştirilmesini, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti kurmayı, “terörün bitmesi” şartına bağlamak temel bir çelişki!
Türkiye’nin demokratikleşmesi, bu savaştan nemalananların keyfine mi kalmış oluyor?
‘Bir santim bile’ mi dediniz?
BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi ile ilgili olarak konuşurken şöyle dedi:
“Olayın üzerinden üç yıl geçti. Türkiye duruşundan bir santim geri adım atmadı. Zaman zaman iki şarta kadar teklifler yapıldı ama biz hepsinde direttik. Konjonktür değişti demek ki karşı tarafta bu aşamaya gelindi.”
İsrail’in, Mavi Marmara katliamı nedeniyle Türkiye’den özür dilemesi, tazminat ödemeyi kabul etmesi, kuşkusuz ki önemli bir diplomatik başarıdır.
Ama bu başarıyı anlatırken gerçeklerden de uzaklaşmamakta yarar var. O zaman söylediklerinizin doğru olan kısımlarının da doğru olmayabileceği izlenimi uyanıyor ki bir siyasetçi bundan kaçınmalıdır.
Bülent Bey “1 santim bile geri adım atmadık” derken gerçekleri olduğundan farklı bir kılığa sokmaya çalışıyor.
Türkiye geri adım attı elbette, bunu yapması da normaldi.
Geri adımın ilki Mavi Marmara’daki ölümlerin “İsrail askerlerinin kasti eylemi olduğu” görüşünden vazgeçilmiş olması. Kadri Gürsel pazartesi günü Milliyet’teki köşesinde buna dikkat çekiyordu. Açıklamada “can kaybına ve yaralanmaya yol açan her türlü operasyon hatasından dolayı Netanyahu’nun Türk halkından özür dilediği” belirtiliyor.
“Kasti eylem” ile “operasyon hatası” arasındaki farkı elbette Arınç da biliyordur.
İkinci geri adım ise Gazze’ye ambargo ve deniz ablukasının kaldırılması şartından vazgeçilmiş olmasıdır. Gazze’ye ambargo ve deniz ablukası devam ediyor. Öyle görünüyor ki Gazze’nin insani yardımdan yararlanabilmesi, Türkiye’nin Hamas üzerindeki etkisini “saldırmazlık” yönünde kullanabilmesi ile mümkün olabilecek.
Arınç’ın sözlerindeki son cümle gerçeği açıklıyor, ama sadece “karşı taraf” açısından değil,
iki taraf açısından da:
“Konjonktür değişti demek ki karşı tarafta bu aşamaya gelindi.”
Şüpheliler ancak çağrılacaklar!
GAZETEDE bu haberi görünce gözlerime inanamadım: “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2010 yılında yapılan KPSS Eğitim Bilimleri Sınavı’nda kopya çekildiği iddialarıyla ilgili yürüttüğü soruşturmada sona gelindi.”
Sevindim tabii! Yıllardır, “Ne oldu, bu çete neden yakalanamadı” diye sorup duruyordum, bir yanıt bulacağımı sandım.
Ancak, Fevzi Kızılkoyun’un haberinde sevincimi yarım bırakan şöyle bir ifade de var: “Soruşturmasını tamamlayan savcılığın, kısa zaman içinde 60’a yakın kişiyi şüpheli sıfatıyla ifadeye çağıracağı öğrenildi.”
Neredeyse üç yıl geçmiş, şüphelilerin yeni ifadesi alınacak!
Yine de ümidimi kesmiyorum tabii.
Ortadaki suç saklanabilir bir suç değil zaten, kopya çekenlerin kimlikleri saptandı, bazı adayların yerleşme, puanlama ve doğru-yanlış sayılarında değişiklik yapıldığı belirlendi.
Merak ettiğim şu soruların yanıtını alıp alamayacağımız: Bu organize suç örgütü kimlerden oluşuyor? Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış kopyacılara, aynı anda bu yanıtları nasıl servis edebildiler?
Savcılık iddianamesini yazdığında göreceğiz.
Paylaş