Paylaş
Ve Bülent Arınç’ın da dikkat çektiği gibi bu nedenle yer yerinden oynamış da değil.
Çipras doğrusunu yaptı, inanmadığı bir şey üzerine yemin etmedi. Ne kendisini kandırdı ne de ülkesinin vatandaşlarını.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, cumhurbaşkanlığı görevine başlarken, TBMM’de, “millet ve tarihin huzurunda, namusu ve şerefi üzerine” yemin etti.
Dilerseniz, yemin metnini tekrar hatırlayalım:
“Cumhurbaşkanı sıfatıyla, devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasa’ya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Ama bildiğimiz gibi yeminini tutmuyor.
“Tarafsız Cumhurbaşkanı” gibi davranmıyor, her konuşmasında muhalefete çatıyor, halkın bir bölümünü yok sayıyor.
Yakında meydanlara çıkıp AKP’ye oy isteyeceğini de göreceğiz, hiç şaşırmayacağız.
Çünkü şu anda ilgilendiği en önemli konu Anayasa’yı değiştirecek bir çoğunluğa ulaşıp, “Türk tipi başkanlık sistemini” getirmek!
Amacına ulaşabilir mi, ulaşamaz mı, ayrı bir konu.
Sorun, Cumhurbaşkanı’nın ettiği yemine uymaması.
Uymuyor, çünkü belli ki üzerine yemin ettiği şeylere inanmıyor.
Onun için diyorum ki, acaba bizde de herkes inandığı şey üzerine mi yemin etse?
Cumhurbaşkanı, bu yeminini Kuran–ı Kerim’e el basarak etmiş olsaydı, bugün böyle davranabilir miydi, bunu merak ediyorum.
Yoksa, o yemini de tutmamanın bir yolu var mı? Zamanında verilmiş bir fetva ya da “din âlimlerinin” yaptığı bir yorum?
Her oyun değeri ve anlamı vardır
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, TRT’de başkanlık sisteminin faziletlerini anlatırken şunu da söyledi:
“Parlamenter sistemde, oy vermeyerek cezalandırdığınız bir parti, koalisyon ortağı olarak karşınıza çıkabiliyor. Başkanlık sistemi bu gibi sakıncaları ortadan kaldırıyor.”
Bir demokrasinin olmaz ise olmaz kuralı, serbest seçimlerdir.
Halk seçimde oyunu kullanır, kendisini temsil edeceğine inandığı kişileri, partileri seçer.
Kimi az oy alır, kimi çok oy alır.
Bazen tek başına bir parti iktidar olabilir, bazen oylar öylesine dağılır ki koalisyonlar kaçınılmaz olur.
Bunlar, parlamenter demokrasinin doğasında vardır.
Az oy alan partinin oyu değersiz, çok oy alan partinin oyu daha değerli değildir.
Her oyun bir anlamı ve önemi vardır ve esas olan milletin iradesinin eksiksiz olarak meclise yansıyabilmesini sağlamaktır.
Seçim sistemlerini mükemmelleştirmek bunun için gereklidir.
Halkın iradesi bir koalisyon şeklinde ortaya çıkıyorsa, siyasi aktörlerden beklenen de demokratik bir uzlaşma içinde olmaları ve halkın verdiği oya saygı duymalarıdır.
Cumhurbaşkanı ise mecliste az da olsa temsil yetkisine sahip olmuş bir partinin koalisyon ortağı olarak da olsa yönetme hakkının olamayacağını düşünüyor.
Bunun nedeni belli: Çünkü sözlüğünde “uzlaşma” diye bir kavram yok.
Çoğulcu değil, çoğunlukçu bir anlayışa; belki 50 sene öncesinin demokrasi anlayışına sahip.
Onun için iktidara geldiğinde her istediğini yapabileceği bir düzen istiyor, halkın bir bölümünün iradesine saygı duymuyor, onları yok sayıyor.
‘Seçimsiz dört yıl’ hayal olabilir
YORUMCULARIN yazılarında ve konuşmalarında sıkça tekrarladıkları bir konu var: Bundan sonra 2019’a kadar seçim yok!
Bana hiç de öyle gelmiyor.
Eğer AKP, Anayasa’yı tek başına değiştirecek bir çoğunluğa ulaşacak olursa iki seçim birden yapılması gerekecek.
Başkanlık sisteminde görev yapacak başkan ile yeni anayasa ve Seçim Kanunu’na göre oluşması gereken meclisi seçmemiz gerekecek.
Bu, iki seçim birden demek. Gerçi ikisi aynı gün yapılabilir ama sonuç olarak hem bir “Başkan” hem de yeni bir meclis seçmeliyiz.
Çünkü mevcut Cumhurbaşkanı, eski anayasadaki yetkilerine göre seçildi. Halk adaylara baktı, görevlere baktı ve o görevleri en iyi yapacağını düşündüğü kişiye oyunu verdi.
Yeni yetkilere ve görevlere sahip başkan ülkeyi yönetecek ise bu, “eldekinin başkana dönüşmesiyle” olmaz, meşruiyet için yeni bir seçim de gerekir.
Aynı şey, başkanlık sisteminde yasama görevini yapacak meclis için de geçerli.
Çünkü o meclisin de görevleri değişecek, AKP’nin hazırlıklarına bakılacak olursa seçim sistemi de tamamen değişecek.
“Elde hazır seçilmiş bir tane var, onunla idare ederiz” denilebilecek bir durum değil yani.
Yeni bir sistem ve yeni bir düzen kurulacak ise, bu sistem içinde Türkiye’yi yönetecek olanların demokratik meşruiyetini sağlayacak şey seçimden başka bir şey değildir.
Tabii bir de “seçim” sayılmasa bile önümüzde referandum olasılığı da mevcut.
AKP’nin Anayasa değişikliğini referanduma götürebilecek kadar bir çoğunluk elde etmesi halinde, bir de referandum yapacağımız şimdiden belli.
Yani diyeceğim o ki “seçimsiz dört yıllık bir süre” başlamayacak.
Tam tersine sistem tartışmaları, referandum ve seçimlerle iyice gerilecek bir ülkede yaşamaya hazır olun!
Paylaş