Paylaş
Hiç sanmıyorum.
Ama bizde oldu, Yargıtay’dan HSYK’ya seçilen üç üye ilgili haber son dakika haberi olmakla kalmadı, hemen ardından seçimin sonuçları ile ilgili analizler bile yapıldı.
Seçilen üç üyeden biri cemaatçiymiş, diğeri sosyal demokratmış, üçüncüsü milliyetçiymiş, hükümetin adayları kaybetmiş vs.
Demokratik dünyada sıradan hiçbir vatandaşı ilgilendirmeyecek bir seçimi, maç izler gibi izliyoruz.
Çünkü seçilecek yeni HSYK, hükümetin, cemaatçilerin ya da yargıdaki diğer grupların adalet sistemi içindeki konumunu belirleyecek.
Adil ve tarafsız, bağımsız yargı kimsenin umurunda değil.
Siyasetçileri, takım tutar gibi bir tarafı tutanları anlayabilmek yine de mümkün.
Sonuç olarak bir topyekûn iktidar mücadelesi veriyorlar, ilgilendikleri tek konu yargıyı kimin ele geçireceği.
Ne tarafsız–bağımsız yargı ile ilgililer ne de adalet sisteminin düzgün çalışması, adil olmasıyla.
Anlayamadığım şey, sayılarının “ezici üstünlükte” olduğuna hep inandığım gerçek savcı ve yargıçların da kendilerini bu oyunun bir tarafı gibi algılıyor, ona göre davranabiliyor olması.
Kim bilir belki de onlar da aslında bu oyunun bir tarafı olmadıklarını biliyorlar ama “Bulaşmayalım” diye mi düşünüyorlar?
Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda tek güvencemiz, isimlerini bilmediğimiz ama çoğunlukta olduklarını kolayca tahmin edebileceğimiz o yargıç ve savcılar oysa.
Siyaset kurumunun, yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığını kendisine dert etmediği, iktidarı orada da pekiştirme peşinde olduğu bir gerçek.
Onun için yargımız anayasal bir güç olarak saygı duyulacak varlığını yeniden tesis edecek ise bunu gerçekleştirecek olanlar da o sadece hukuka inanan yargı mensuplarından başkası değil.
Ama onlar da belli ki bu güç kavgası içinde, arada kaynayıp gidiyorlar!
Türkiye’nin seçimi bu mu?
EĞİTİM sistemimiz yerlerde sürünüyor. Çocuklara ne matematik öğretebiliyoruz, ne fizik–kimya. Yabancı bir dili iyi öğrenmelerinden geçtim, kendi dillerini bile doğru dürüst öğretemiyoruz.
12 yıldır iktidarda olan partinin, bu eğitim sistemini düzeltmek gibi bir niyeti de yok zaten.
Tek dertleri var, eğitim sistemini dinselleştirmek.
Yakında ortaöğretimde imam hatipten başka bir seçenek de kalmayacak gibi görünüyor.
Parası olan çocuğunu özel okula gönderip iyi bir eğitim aldırmaya çalışıyor, parası olmayana seçenek imam hatip!
Ve eğitim sistemi tamamen dinselleştirilmiş bir ülkenin, orta gelir tuzağını aşacağını, büyük bilimsel dönüşümler yaratarak, Türkiye’yi içinde bulunduğu durumdan kurtaracağını zannediyorlar.
Bırakın büyük bilimsel bir dönüşümü gerçekleştirmeyi, coğrafyamızdaki bütün İslam toplumlarına bir bakın.
Bilimsel ve teknolojik dönüşüm gündemlerinde bile değil, varsa yoksa birbirlerini boğazlamak derdindeler!
İnsanların kafalarını küçük yaşlarından itibaren din diye, hurafelerle doldurursanız elde edebileceğiniz tek sonuç bu.
Türkiye’nin seçimi bu mudur?
İslami toplum projesinde yeni adım
BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, “bazı kız öğrencilerin hasretle beklediklerini” söylediği yönetmelik değişikliğinin yapıldığını ve artık ortaöğretimde de türbanın serbest bırakıldığını açıkladı. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı da, 5’inci sınıftan itibaren türbanla derslere girilebileceğini söyledi.
İlkokula başlama yaşının 66 ay olduğunu dikkate alırsak, 9 yaşındaki kızların “isterlerse” derslere başlarını örterek girebileceklerini söyleyebiliriz.
O yaştaki bir çocuğun kendi özgür iradesiyle buna karar verip veremeyeceğini tartışmayacağım, böyle bir şey elbette olmayacak.
Aile isterse çocuk başını örtecek, istemezse örtmeyecek.
Yetişkin kişilerin, inançlarına göre giyinmeleri, inançlarına göre yaşamaları, temel bir insan hakkı. Buna karşı çıkmak kimsenin aklından bile geçmemeli.
Ama yetişkinlikten önce, aile ya da mahalle baskısıyla örtünmeye zorlanması da inanç özgürlüğü ile açıklanamaz.
Bunun bir tek anlamı var: AKP’nin İslami bir toplum yaratma ajandasında yeni bir aşama! Hepsi bu.
Bunun ardından neyin geleceğini tahmin edebiliriz: Kız–erkek ayrı eğitim!
Hatırlayalım, CHP’li Gürsel Tekin’in, açıkladığı bir ses kaydında Milli Eğitim Bakanlığı’ndan bazı yetkililer ile Bilal Erdoğan’ın konuşmaları yer alıyordu.
Bilal Erdoğan, kızlı-erkekli olarak getirilen bütün projelerin geri çevrilmesini istiyor ve “Kız–erkek aynı kampus içinde olmaz. Bu konuda Ankara’da irade var” diyordu.
Ankara’daki “iradenin”, babası olduğunu tahmin etmek zor değil.
Ortaöğretimde türban serbestliği kararının bundan bir önceki aşama olduğunu tahmin etmek de!
Paylaş