Bir moda danışmanı şart!

KÜBRA Gül’ün düğünü vesilesiyle çekilen ve gazetelerde yayımlanan bir "aile fotoğrafı", günümüz Türkiye’sini yöneten kadronun giyim kuşam zevkleri ile ilgili olarak da net bir fikir veriyor.

İnsanların kılık kıyafetlerine göre yargılanmasından hiç hoşlanmam ancak söz konusu "heyet", Türkiye’yi yönettiği ve ülkemizi temsil ettiği için, bu konuda da bir şeyler söylemek istiyorum. Yoksa amacım, kimseyi kırmak değil. Bunu belirtip eleştiriye geçeyim.

Cumhurbaşkanı’nın pantolon boyu çok uzun ve ayakkabısının üzerine adeta yığılmış. Bence terzinin paçaları ele alıp ayakkabının topuğunun yarım santim kadar üstünde yeniden bastırması gerekiyor.

Başbakan’ın ise o elbise içindeki görüntüsü aniden boy atmış delikanlıları andırıyor. Ceket kollarına dikkat! Ayrıca, formel bir davet için giyilen koyu renk giysinin içindeki kırmızı-beyaz çizgili kravat da olmamış. Bu, elbiseye spor bir görüntü veriyor, düz bir kravat tercihi daha doğru olurdu.

Emine Hanım’ın eteğinin boyu, Hayrünnisa Hanım’ınki gibi ayakkabıyı örtecek şekilde olsaydı daha iyi olurdu. Buna karşılık Hayrünnisa Hanım’ın giydiği truvakar ceketin kollarının altından bluzunun dantellerinin çıkması da iyi değil. Bu boy ceketle, uzun eldiven daha doğru olur.

Özleyiş Topbaş
’ın, pantolon üzeri uzun tunik giymesi doğru bir karar ancak döşemelik kumaş deseni yerine desensiz, koyu renk bir kumaştan diktirilseydi daha iyi olurdu.

Şimdi bazı okuyucuların bana sinirlenip "sen nereden biliyorsun" dediklerini duyar gibiyim.

Doğru, ben de bilmiyorum. Ama ülkemizin önde gelen modacılarına birkaç telefonla bu bilgileri topladım. Türkiye’yi temsil edenlerin de iyi bir danışmana ihtiyaçları olduğu, buradan ortaya çıkıyor zaten.

Cumhurbaşkanı’nın emrini takan yok

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, kızı Kübra’yı evlendirdi. Genç çifte mutluluklar diliyorum.

Düğünden önce, davetlilere hediye vermek isterlerse, Kayseri’de yetiştirilecek bir hatıra ormanına bağışta bulunmaları rica edilmişti.

Cumhurbaşkanı’nın "ricası", aslına bakarsanız bir tür "emir" sayılır. Ancak gazetelere yansıyan haberlerden anlaşıldığına göre kimse bu emri takmamış.

Gazetelerde, gelinliği diken firmanın takıların toplanması için de "özel torbalar" diktiği yazılı. Takılar bu torbalarda toplanıp kaldırılmış. Bunu okuyunca "demek ki" diye düşündüm, "Cumhurbaşkanı da bu ricasının kimse tarafından dinlenmeyeceğini tahmin ediyormuş"!

Düğünden sonra Cumhurbaşkanı’nın ricasıyla, takıların bir bölümünün "şehit ailelerine" bağışlanmasına karar verildi.

Dün Köşk’ten yapılan açıklamada, 400 bin YTL’lik takıların yarısının, en son şehit düşen 15 askerimizin ailelerine verileceği açıklandı.

Merak ettim, neden takıların yarısı? Neden en son şehit düşen askerler, daha önce şehit olanların aileleri de bu tür yardımları hak etmiyorlar mı? Doğru tavır, bu bağışın tüm şehit ailelerine ulaşacak şekilde Mehmetçik Vakfı’na yapılmasıydı.

Düşmanlar yaratarak bir yere varılmaz

DİYARBAKIR Yenişehir Belediyesi Çocuk Korosu, Amerika’da katıldığı bir müzik festivalinde, Kuzey Irak Kürt yönetiminin "milli marş" olarak kabul ettiği bir marşı seslendirdi.

Gazetedeki haber, aynı marşı PKK’nın da kullandığını yazıyor.

Bir çocuk korosunun, bu tür bir işe alet edilmesinin yersizliği ve densizliği üzerine söylenebilecek çok şey yok. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çocuklara böyle bir marş söyletmenin yanlışlığını bir parça izan sahibi olanlar kolayca görebilir.

Söz konusu marşın sözlerine dikkatinizi çekmek istiyorum:

"Hey düşman / Kürt ulusu dili ile yaşamakta / Hiçbir zaman düşmanlar tarafından yenilemez / Hadi kimse Kürtler ölü demesin / Kürtler hayatta, Kürtler yaşıyor, bayrakları asla inmeyecek / Biz, gençlik yenilenmenin kırmızı rengidir / Bu yolda başlattığımız kanımızı izle / Bizler Medya ve Keyhüsrev’in çocuklarıyız / inancımız ve dinimiz memleketimizdir / İnancımız ve dinimiz Kürt ve Kürdistandır."

Kürtlerin, "hey düşman" diye söz ettikleri insanlar herhalde Letonyalılar, Arjantinliler, İsviçreliler değil. Oraların insanlarının çoğunluğu, Kürtlerin nerede yaşadığını bile bilmiyor.

"Düşman" belli ki bu bölgede: İranlılar, Türkler, Araplar.

Milli marşların, ulusal özelliklerden, kahramanlıktan söz etmesi normal! Anormal olan, marşın sözlerinin sadece düşmanlığa vurgu yapması!

Bu marş, mesela 19. yüzyılın sonlarında yazılsaydı yadırgamayabilirdik.

O dönemin marşlarında da "kan", "ölüm", "düşman" kavramlarına rastlıyoruz.

Ama şimdi 21. yüzyıldayız ve bir ulusal kimlik yaratmanın tek yolu öldürmekten, ölmekten, düşmanlıklardan geçmiyor.

Kuzey Iraklı Kürtler, bu bölgede huzur içinde yaşamak istiyorlarsa, bunu "düşmanlıklarla yaratılmış bir ulusal kimlik" aracılığı ile başaramazlar.

Marş ne derse desin, etraftaki "düşmanlar" çok daha güçlüler ve ABD’nin de günün birinde memleketine geri dönmek zorunda kalacağı bir sır değil!
Yazarın Tüm Yazıları