Paylaş
Berkin Elvan’ın ölümünden dolayı kendisinin sorumlu tutulmasını “komplo” olarak niteledikten sonra şunu söyledi:
“Ekmek almaya giden çocuk var mı? Ekmek almaya giden çocuğun elinde sapan olur mu? Cebinden demir bilyeler, patlayıcılar çıkıyor. Sanki polis o çocuğu bilerek hedef alarak bizzat fişeği atmış. Yüzünde poşu olduğu zaman polis kaç yaşında olduğunu anlamaz ki. Polis terörle mücadele ederken orayı dağıtmaya çalışıyor.”
Bunu Başbakan’ın ağzından duyunca ne düşünürsünüz?
“Cebinden patlayıcılar çıkan bir terörist” var!
“Patlayıcı” denildiğinde ne anlarsınız?
C4 plastik patlayıcı mı, dinamit mi, başka patlayıcılar içeren bombalar mı?
Evet, normal olarak “patlayıcı” denilince bunu anlarız.
Başbakan da zaten bu sözü söylüyor ki öyle düşünelim, “ekmek almaya giden çocuk” yerine “cebinden bomba çıkan bir teröristi” koyalım.
Böyle yapınca da 14 yaşında bir çocuğun polisin hedef gözeterek attığı bir gaz fişeği ile vurulup ölmesini normal karşılayalım.
Hatta kendisi gibi “Oh oldu” diyelim!
Berkin Elvan, gaz fişeği ile vurulup hastaneye kaldırılınca, hastane güvenliği üzerinden çıkanların listesini yapmış, polise vermiş.
Polis de o tutanağa dayanarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na bir tahkikat evrakı yollamış.
O belgeye göre Berkin Elvan’ın üzerinden çıkan ve Başbakan’ın “patlayıcı” dediği şey, üzerinde “FEZA TORPİL” yazılı çatapat!
Polisin tahkikat evrakında bu “torpilin” piyasada satılanlar ile benzerlik gösterdiği de belirtiliyor.
Bu evrakın fotokopisi dün Yeni Akit gazetesinde de yayımlandı.
Her yerden satın alabileceğiniz, bizlerin de çocukken bayramlarda aldığımıza benzer, ses çıkaran bir tür çatapat!
Son yıllarda maçlarda da atılıyor, son örneklerini Trabzon’daki maçta gördük, o çatapatları atan seyirciler için Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde bir soruşturma açıldığını da duymadık.
Başbakan bunu bilmez mi?
Kuşkusuz ki biliyordur, çocukluğunda o da benzer mantarları, maytapları, çatapatları, “kızkaçıranları” kullanmıştır, hiç kuşkum yok.
Peki, bunu bildiği halde neden ısrarla “patlayıcı” diyor?
Bu da “Camide içki içtiler” ya da “Türbanlı kardeşimize üstü çıplak adamlar Kabataş’ta saldırdılar, üzerine işediler” gibi çiğnenerek sakız edilecek bir yalan mı?
Bir kara propaganda örneği daha mı?
Başbakan’a vicdan çağrısı çok yapıldı ama belli ki işe yaramamış.
Allah’a havale edeceğiz, öyle görünüyor ki!
Öte yandan Başbakan’ın “insan haklarından” da haberi yok gibi görünüyor.
“Başında poşu sarılıydı, polis yaşını nereden anlasın” diyor.
O gaz fişeği ile vurulup ölen insan, bir çocuk değil de mesela benim yaşımda birisi olsaydı, polise hak mı verecektik?
O fişeklerin en az 45 derece açıyla havaya doğru atılması gerektiği, hedef gözetilerek atılmamasının şart olduğu bir gerçek değil mi?
Fişeklerin üzerinde hedef gözetilerek atış yapılmasının can kayıplarına, ağır yaralanmalara yol açacağı belirtilmiyor mu?
AİHM, fişeklerin doğrusal olarak atılmasının insanın yaşam hakkına tehdit olduğunu, işkence ve kötü muamele sayılması gerektiğini belirtmedi mi?
Türkiye bu yüzden daha önce tazminat ödemek zorunda kalmadı mı?
Başbakan bunu hatırlamıyorsa hemen hafıza güçlendirici çalışmalara başlamalı, çünkü o kararın tarihi geçtiğimiz yılın temmuz ayı!
Ama o belli ki polisin hedef gözeterek gaz fişeği atmasını normal görüyor.
O böyle görmeye devam ettiği sürece, polisin bu tutumunun önüne geçilebilir mi?
O bunu teşvik ettiği sürece, gaz fişeği ile meydana gelen ölümlerden ve yaralanmalardan kimi sorumlu tutmamız gerekiyor?
Polis devleti uygulamaları
UZUNCA bir süredir Başbakan’ın yurt gezilerinde gittiği yerlerde “olağanüstü hal” uygulanıyor.
Kanuna göre ilan edilmemiş, mülki yöneticilerin ve polisin keyfine bırakılmış bir olağanüstü hal uygulaması bu!
Sivil toplum kuruluşlarının, siyasi partilerin faaliyetleri yasaklanıyor, en küçük bir protesto gösterisi bile polis şiddeti ile engelleniyor.
Yaşadığımız tablo, seçime giden bir demokratik ülkede yaşanmayacak bir tablodur.
Keyfi uygulamaların hâkim olduğu bir polis devleti görüntüsüdür.
İzmir’de olanları biliyorsunuz. İnsanların evleri herhangi bir savcı talimatı ya da mahkeme kararı olmadan basıldı, insanlar gözaltına alındı.
Başbakanı protesto eden pankart taşıdı diye bir vatandaşın ağzı, burnu polis tarafından kırıldı.
Edirne’de bir siyasi partinin, TKP’nin bürosu basıldı, polis kapıyı kırarak içeri girdi, içerideki üç kişiyi gözaltına aldı, parti binasına asılmış seçim afişi “Başbakan görürse kızar” diye indirildi.
Yine Edirne’de ÖDP binası da basıldı. Binanın camları kırılarak içeriye gaz bombası atıldı. “Kapalı alanda kullanılması yasak olan” gaz bombası! Parti binasında bulunan 14 kişi gözaltına alındı.
ÖDP’nin Çanakkale’deki binası da aynı şekilde Başbakan Çanakkale’ye gelecek diye polis tarafından kapısı kırılarak basılmıştı. Anayasamıza göre siyasi partiler, demokratik hayatımızın vazgeçilmez unsurlarıdır!
Siyasi partilerin faaliyetlerinin polis marifetiyle engellenmesi Anayasa suçudur.
Siyasi partiler faaliyetlerini özgürce sürdürebilirler. Eğer bir suç şüphesi varsa onunla ilgilenecek merci de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Anayasa Mahkemesi’dir. Valiler, kaymakamlar, polis müdürleri değil!
Ama valiler, kaymakamlar ve onların emrindeki polis ne Anayasa takıyor, ne kanun dinliyor!
Çünkü “ileri demokrasi” getireceğini iddia eden Başbakan, siyaset yapma özgürlüğünü bir tek kendisi için istiyor.
Sonra da bu yaptıkları nedeniyle “Putinleşti” diye eleştirilince, sinirleniyor!
Paylaş