Paylaş
Bu kayıtların nasıl elde edildikleri bilinmiyor. İçeriklerine bakacak olursak, bir soruşturmayı gerektirebilecek ifadeler var. Ama bunlarla ilgili olarak bu yayınlar yapılana kadar başlatılmış bir soruşturma da yok. Demek ki bu kayıtlar yasal değil. Kanunun ve ilgili yönetmeliklerin öngördüğü biçimde kayıt edilmemişler. Bu nedenle de “aleniyet kazanana kadar” savcıların takibine de girmemişler.
Karşımızda neresinden bakarsanız bakın bir “gizli örgüt” var. Bu örgüt, ortam dinlemesi yapabiliyor, telefonları izleyebiliyor, mesajları, konuşmaları kaydedebiliyor.
Bunlar her aklına esenin kolayca başarabileceği işler değil.
İthali yasal olarak mümkün olmayan alet-edevat kullanmayı gerektiriyor. Bu aletleri kullanacak eğitimli ve deneyimli personel gerekiyor.
Bilebildiğimiz kadarıyla bu tür araçlar, Emniyet’in envanterinde var. Aynı şekilde Jandarma’nın, MİT’in de böyle araçlara sahip olduklarını biliyoruz. Ama biliyorsunuz, yakınlarda yapılan bir düzenleme ile bu işler artık tek elde toplandı.
Buradan tek bir sonuç çıkıyor: Bu gizli örgüt, devletin kurumları içinde örgütlenmiş. Bazı devlet memurları, kendilerine yasaların tanıdığı bazı olanakları, bu örgütün amacı için kullanmaya korkmuyorlar, çekinmiyorlar.
Onların bu korkusuzluğundan hepimizin korkması gerekiyor. Başta da iktidar partisi mensuplarının!
Nitekim bunlar siyaseti de dizayn etmeye çalıştılar. Bazı MHP’lilerin seçim öncesinde başlarına gelenleri hatırlayın lütfen.
Bazı evlere önceden girdiler, kameralar kurdular, kayıtlar yaptılar, sonra bu kayıtları alıp, kameraları kaldırdılar ve bunları seçim öncesinde MHP’ye zarar vermek için internet siteleri aracılığıyla yayımladılar. Bunun bir örgüt işi olmaması mümkün mü?
Ama her pankartın arkasında bir gizli örgüt bulabilen savcılarımız, bunu göremiyorlar.
Nitekim devletin “ortam dinlemeye uygun” araçlarıyla Anayasa Mahkemesi Başkanvekili’ni bile dinlerken yakalandılar ama görevi kötüye kullanmaktan yargılandılar.
Onlara bu görevi kim vermişti ki bu görevi kötüye kullandılar? Hangi savcı bu görevi istemiş, hangi mahkeme buna izin vermişti? Sorgulanmadı bile.
Bir gizli örgüt var. Benden başka böyle bir örgütün varlığından şüphelenen yok mu? Yoksa ben artık gerçek bir paranoyak mı oldum?
Gerçi şunu da hiç unutmuyorum: Paranoyak olmamız, takip edilmediğimiz anlamına gelmiyor!
Bu ‘alegori’ çok yakışık almadı
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, geçen gün İzmir’de yaptığı konuşmada şöyle söyledi:
“Kâh Ferhat olduk, dedik ki; ‘biz dağları deleceğiz’. Çünkü milletimiz Şirin, Şirin’e ulaşacağız!”
Başbakan, bu cümleyi kurarken (ya da metin yazarları bu cümleyi yazarken) kuşkusuz ki Başbakan’ın millet sevgisinden hareket ettiler. Ama bilinçaltlarında Başbakan’ı “dişil” bir kişilik yapamayacakları için, onu erkek, milleti kadın olarak konumladılar.
Bu çevrenin kadın-erkek ilişkilerine bakışlarını biliyoruz, bu nedenle tersi düşünülemezdi.
Erkeğin etkin, kadının edilgen bir toplumsal kimlik taşıması gerektiğine inanıyorlar, böyle bir dünyada yaşıyorlar.
“Bu düzen değişmeli” diskurunun güncel olduğu yıllardan kalan çok banal bir espri var: “Düzenin” değişmediği ile ilgili. Burada yazarsam yüzüm kızarır, bilenler, bilmeyenlere anlatsın lütfen.
Bu sözleri okurken aklıma o geldi ama hemen aklımdan kovmaya çalıştım. Ama bu milletin artık “Şirin”in maço dünyadaki kaderinden kurtulması da gerekiyor. Başbakan’ın konuşmalarını yazanlara önerim şudur ki Başbakan’ın millet sevgisini vurgulayacaklarsa başka “alegorik yaklaşımlar” geliştirsinler.
O zaman hepimiz kendimizi daha iyi hissedebiliriz!
Oh çok şükür sonunda bunu görebildim!
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in şahsında Meclis yönetimindeki bütün çalışma arkadaşlarına en derin şükranlarımı sunmak istiyorum. Aşağı yukarı 15 yıldır yazılarımda anlatmaya çalıştığım bir konuda, gerçek bir ileri adım attıkları için!
TBMM yönetimi karar vermiş, bundan böyle Meclis’teki tuvaletlerin kapısındaki “Bay” ve “Bayan” ibareleri, “Erkek” ve “Kadın” olarak değiştirilecekmiş. TBMM kendi iç yazışmalarında da “bayan” yerine “kadın” ifadesinin kullanılmasına karar vermiş.
Sıradan gibi görünüyor ama toplumumuzdaki lümpenleşmenin bir sonucu olarak televizyon sunucularından tutun da, ağır ağabeylerin konuşmalarına kadar hâkim olan bir söylemin ardındaki gerçeğin görülmeye başlandığına da işaret ediyor.
“Bay” ve “bayan” bir hitap biçimi. “Mr.” ve “Ms.” gibi “Mösyö” ve “Madam” gibi. Toplumumuza dayatılmış ama benimsenmemiş, çabuk vazgeçilmiş bir hitap biçimi. İsmin önünde kullanılması gerekiyor. Cinsiyet vurguluyor elbette ama sadece karşınızdaki kişiyle ilgili olarak. “Toplumsal roller” ile ilgili bir tanımlama değil.
Bizim ülkemizde ise bir süredir “kadın” demek, ayıplı bir tanımlama gibi görülüyor. Benim çocukluk yıllarımda sadece eğitimsiz kişilerin kullandığı “bayan” hitabı, yaygınlaştı, toplumu bir ur gibi etkisi altına aldı.
Bu insanlar bir kadından ya da genel olarak kadınlardan söz ederken “bayan” hitabı kullanıyorlar. Çünkü “kadın” derlerse karşılarındaki insanları aşağıladıklarına ilişkin bilinçaltı bir inanışa sahipler.
“Kadın” olmak makbul bir durum değil ve onlar da akılları sıra kadınlara “bayan” diyerek bunu telafi etmeye çalışıyorlar.
Kötü niyetli değiller kuşkusuz ama sonunda vardığı yer bu.
Bugüne kadar bu konuda kaç yazı yazdım, hatırlamıyorum. Ama ilk kez bu ülkenin en üst organını yönetenlerin bunun farkına varmış olmaları ve düzeltmek için harekete geçmiş olmaları çok önemli.
“Kadın” olmak ayıplı bir dunum değil ve bir kadına “kadın” demek hiç ayıp değil. Tam tersine kadınlardan söz ederken onu cinsiyetsiz bir “bayana” dönüştürmek çok ayıp!
Cemil Çiçek Bey’e ve arkadaşlarına bu ilk adımı attıkları için tekrar teşekkür ediyorum!
Paylaş