Bir devrin battığı yer

İÇİNDE bulunduğum küçük uçak iyice alçalarak Çanakkale Boğazı’nın üzerinde uçmaya başladığında ilk önce Kilitbahir’deki tepenin üzerine yazılmış o dev yazıyı gördüm: Dur Yolcu! Bilmeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir!

Uçakta olduğumuz için durmamıza elbette olanak yoktu.

Ama öte yandan Seddülbahir’e kadar o toprakların üzerinde uçarken de o isimsiz kahramanları düşünmeden durabilmek de olanaksızdı.

Bugün 18 Mart’ın yıldönümü ve dün Doğan Yayın Holding’in düzenlediği "Anadolu’daki Avrupa" toplantısı için Çanakkale’deydim.

Elimde de bir süredir yayınlanmasını beklediğim matbaadan yeni çıkmış bir kitapla: Çanakkale Savaşı-Siperin Ardı Vatan! (Yazanlar: Gürsel Göncü, Şahin Aldoğan)

Kitabın sayfalarını çevirirken o günleri tekrar yaşadım. Güçlüklerle mücadele etme azmine, yılgınlığa düşmemeye ve kaybetmeyi asla kabul etmeme duygusuna hayran olmamak da mümkün değildi.

Çanakkale, bugün yepyeni modern bir kent olarak o toprakların üzerinde geleceğini arıyor.

Geçmişinden kopmadan, geçmişinden cesaret alarak yeni bir geleceği kurmak? Bu kent için bugün asıl sorun bu.

Çanakkale Boğazı’na ve boğazın kenarında kurulmuş kente uzaktan bakarken herkesin aklına kaçınılmaz olarak "Burada ikinci bir İstanbul kurulabilir mi" sorusu geliyor.

Gereksiz bir çaba olur diye düşünüyorum.

Çanakkale’nin ikinci bir İstanbul olmasına hiç gerek yok, sanırım zaten buna olanak da yok.

Ama Çanakkale dünyanın en eski medeniyetlerinin kurulduğu bir toprak üzerinde kendi öyküsünün kahramanı olmak için de her şeye sahip.

İyi bir üniversitesi, nitelikli insanları ve Türkiye şartları altında ayakta durabilmeyi başaran girişimcileriyle Çanakkale bu olanağa sahip görünüyor.

Bugün Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü ve o toprakların altında yatan isimsiz kahramanlara şükran borcumuz da ancak böyle ödenebilir zaten.

Araştırmacılarla dalga geçmişler!

RADYO Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Türkiye’de televizyon izleme eğilimlerini tespit etmek için bir araştırma yaptırmış.

Sonuçları dünkü gazetelerde yayınlanan araştırmayı okurken kendi kendime şöyle düşündüm:

"Türkler, araştırma kuruluşlarıyla dalga geçmeye bayılıyorlar!"

Araştırmaya göre meğerse Türkiye’de en çok izlenen programlar haber programlarıymış. Halkımızın yüzde 40,8’i de televizyonunu açıp belgesel seyrediyormuş! Kadın programlarını belli ki kadınlar bile izlemiyormuş (yüzde 10,8). Ev hanımları daha çok dini programlar izliyorlarmış. Memurlar açık oturumlara, tartışma programlarına ve kültür sanat programlarına bayılıyormuş. Emekliler ise ekonomi programı diyor, başka bir şey demiyorlarmış! Bir tek esnaflar dürüst davranmış bence: Onlar spor programlarını izliyorlarmış.

Araştırma sonuçlarına bakınca neden "Türkler araştırmacılarla dalga geçmeye bayılıyorlar" dediğimi sanırım anlatabildim.

Öte yandan RTÜK’ün televizyon izleme alışkanlıkları için neden ayrıca bir araştırma yaptırdığını da anlayamadım.

Televizyonların izlenme durumlarını ölçen AGB araştırması acaba ellerine gelmiyor mu?

Geliyor ve ona inanmıyorlarsa neden AGB örnekleminin değişmesini ya da örnek hane sayısının artmasını istemek yerine, böyle garip araştırmalar yaptırıyorlar?

Sosyoloji: Sıfır!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan "Yaşlanma Kongresi"nde bir konuşma yaptı ve dünya sosyoloji tarihine geçecek altın değerinde açıklamalar yaptı!

Başbakan "Geniş aile modelinin terk edilerek, çekirdek aile modelinin yaygınlaşmasıyla birlikte önemli sosyal arızaların ortaya çıktığını kabul etmek durumundayız. Bunun bedelinin ne kadar olduğunu da göreceğiz" dedi.

Bu sayfadaki yerim insanlık tarihinin bu en önemli dönüşümünün bir tercihten değil, üretim ilişkilerindeki gelişme ve değişmeden kaynaklandığını anlatmama yetmeyecek.

Onun için Başbakan’a herhangi bir kitapçıya girip bir "Sosyolojiye Giriş" kitabı alarak okumasını öneriyorum. Kitap okumayı sevmediğini biliyorum ama bu kadar büyük sözler söylemeyi seven birisinin artık bir şeyler okumasının gerekli olduğu kanısındayım.
Yazarın Tüm Yazıları