Beştepe animatörü daha çok çalışmalı

BEŞTEPE Sarayı’ndaki “devlet karşılama töreni” ortaya koyuyor ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, gösterişli törenleri seviyor.

Haberin Devamı

Olabilir, devlet töreni dediğin şey de zaten biraz gösteriş ile ilgilidir.
Devletlerin tarihi kökenlerinden de beslenir, gücü vurgular, hiyerarşiye dikkat çeker.
Ama bunun turistik animasyonlara da benzememesi gerekir.
Eğer bu başarılamaz ise gücü ve ihtişamı vurgulayayım derken ortaya bir operet sahnesi çıkar.
Ne yazık ki Beştepe’deki merdiven sahnesi biraz turistik animasyonlara benzedi.
Gazeteci olarak geçmişte böyle törenler ile çok karşılaştım, söylemeliyim ki en ihtişamlısı Hindistan’daki karşılama töreniydi.
“Dönemin Başbakanı” Bülent Ecevit için yapılan karşılama töreni, Hindistan’ın tarihi geçmişini, geleneklerini ve ihtişamını vurgulayan bir törendi.
Filler, süvariler, özel giysileri içindeki piyadeler ile muazzam bir dekordu.
Belki de Beştepe kurmayları biraz dünyadaki örnekleri inceleyerek, bu töreni animasyona benzemekten kurtarabilirler. Önerim budur.
Tabii “geçmişin ihtişamını vurgulayacağım” diye günümüze kadar kurulmuş ama sonradan tarih sahnesine karışmış eski devletlerin askeri giysilerinden yararlanmak ne kadar doğru, orasını da tartışmak gerekir.
“Bu kadar devlet kurduk” diye övünmek iyidir de, bu aynı zamanda “Bu kadar devleti de batmaktan kurtaramadık” anlamına da gelir.
Ayrıca bu 16 Büyük Türk devleti meselesi de biraz Kenan Paşa’nın kendinden menkul fantezisidir, bana inanmıyorsanız Nihal Atsız’ın Ötüken’de yayınlanmış yazılarına bir göz atmanızı öneririm.
Ve unutmayalım ki ihtişam da sadece askeri giysiler, kılıçlar, baltalar ile ilgili değildir.
“Memleketi sivilleştirdim, yenisini kurdum” diyen bir Cumhurbaşkanı’nın bu kadar “militer” bir gövde gösterisi de tuhaf kaçıyor, onu da belirteyim.

Haberin Devamı


‘Sadece’?


-DİYANET İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bu kez Müftüler Toplantısı’nda konuştu.
Şunları söyledi:
“Son 10 yılda acılarla kıvranan İslam coğrafyasında 12 milyon insan katledildi. Yok edildi. Ama geçen hafta Paris’te yine aynı şekilde hiçbir müminin, hiçbir aklıselimin kabul etmeyeceği bir şekilde 12 insan hunharca katledildi. Ama 12 milyon insanının katline ses çıkarmayan insanlığın, sadece 12 kişiye düzenlenen bir cinayet sebebiyle ayağa kalkmasını da hep birlikte ibretle izledik.”
Başkan Görmez’in “sadece 12 kişinin” öldürülmesi nedeniyle dünyanın ayağa kalkmasını “ibretle” izlediğıini söylemesini ben de ibretle dinledim!
Sayı daha çok olsaydı, böyle bir ibret alacak mıydı almayacak mıydı, bilemiyorum.
Ya da 12 kişi yerine, Paris’te üç kişi öldürülmüş olsaydı almamız gereken “ibret” daha mı çok olacaktı, daha mı az, bunu da bilimiyorum.
Başkan’a hatırlatmak isterim ki mesele “sadece 12 kişinin ölmesi” ile ilgili değildir.

“Sadece” bir kişi öldürülmüş olysaydı da benzeri bir tepki ortaya çıkardı, çünkü bu saldırı nedeniyle başta Fransızlar olmak üzere Batılılar, kendileri için önemli ve üstün gördükleri değerlere saldırıldığını hissettiler, buna tepki gösterdiler.
Umarım ki Başkan’ın “sadece” kelimesini kullanmış olması bir dil sürçmesi olsun.
Dil sürçmelerinin de bilinçaltı düşüncelerin sonucu olduğu gerçeğini ihmal edelim ve Başkan’ın konuşmalarında kullanacağı kelimeleri daha titizlikle seçmesini bekleyelim.
Tabii İslam dünyasında her gün onlarcası çocuk, kadın, erkek ayrımı gözetilmeden katledilenleri de unutmayalım.
Onları kimin, hangi gerekçelerle katlettiğini de!
Basra’da cami patlatıldığında ya da Nijerya’da gariban köylülerin binlercesi kurşuna dizildiğinde Başkan bir yürüyüş düzenlerse, elbette hepimiz orada olmalıyız.
Ama yürüyüşten önce, Başkan’ın bütün bu akımların neden İslam ile alakası olmadığını da daha net ve herkesin anlayabileceği bir şekilde açıklamasında da yarar var.

Haberin Devamı

Polis ile eşkıyayı hukuk ayırır!


SONUNDA bu da oldu ve polis, elinde herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın matbaa basıp, gazetelerin dağıtımına engel oldu.
Baskın, Cumhuriyet gazetesinin vereceği özel bir Charlie Hebdo eki ile ilgili.
Gazete, son sayısı 3 milyon adet basılan dergiden bazı yazıları ve karikatürleri içeren bir ek vermiş, polis de bunu haber alınca matbaa basıp dağıtım kamyonlarını durdurmuş.
Aldıkları örnekleri basın savcısına göndermişler, savcı dağıtımda bir sakınca görmeyince de kamyonların matbaadan çıkmasına izin vermişler.
Dağıtımı tamamlanmamış, bir basılı eserin bu şekilde sansüre tabi tutulmasına da böylece tanık olmuş bulunuyoruz.
Kanunlarımıza göre basımı yapılan gazete, dergi, kitap vs zaten basın savcılığına gönderiliyor.
Savcı da bunları inceliyor, bir suç olduğunu düşünürse dava açıyor.
Bunun dışında polisin bu işe müdahale etmesi, elinde silah olan herhangi bir eşkıyanın bu işe engel olmaya çalışmasından farklı bir durum değildir.
Polis gücünün müdahalesini meşru kılacak olan şey, bir hukuk devletinde, kanunların çizdiği çerçeve içinde kalmaktır.
Bu çerçevenin dışına çıkmak, meşruiyetin kaybolması demektir ve ben buna eşkıyalık diyorum, siz isterseniz mafyatik yöntemler de diyebilirsiniz.
Bakalım, memleketimizin hangi savcısı, anayasal bir özgürlüğü elindeki silaha güvenerek çiğneyen polis şefleri hakkında nasıl bir işlem yapacak?

Yazarın Tüm Yazıları