Paylaş
Almanya’ya gittiler, sanıkları sorguladılar. Almanya’daki soruşturma ve mahkeme evrakının Türkçeye çevrilmesini sağladılar, onları okudular. Burada sanıkları sorguladılar. Sanıkların ev ve işyerlerinde ele geçirilen binlerce sayfalık belgeyi okudular, taradılar. Ve sonunda bir kanaate vardılar, bazı sanıkların tutuklanması için mahkemeye gittiler. Mahkeme de onların bu iddialarını ciddiye aldı, sanıkları tutukladı.
Sonra sanıklar savcıların bir mahkeme kararında tahrifat yaptığını iddia ederek şikâyetçi oldular. Savcılar görevden alındı, soruşturuldular, haklarında dava açıldı. Bu arada yeni atanan savcılar, ki iki kişiydiler, üç kişilik eski savcı heyetinin 1031 gün çalışarak topladıkları evrakı, belgeleri, sorgu tutanaklarını, Alman mahkemesinin kararını, Almanya’daki dava dosyasını üç ayda okudular. Bu da kendi çapında bir “dünya hızlı okuma rekoru” oluyor ki keşke Guinness’e daha önceden müracaat edilseydi diye düşünüyorum.
Bir de gördüler ki suç vasfı tamamen değişmiş. Örgüt vardı, yok olmuş. Dolandırıcılık vardı, sadece “hizmet nedeniyle emniyeti suiistimal” olmuş.
Yargılama aşamasında neler olabileceğini bilmiyorum, bilemeyiz ve bununla ilgili peşin bir yorumda bulunmamız da doğru olmaz.
Ama şunu söyleyebilirim: Evet bu iddianameyle yargılama yapılabilir ama kimse de ikna olmaz. İkna olabileceklerin listesini de verebilirim, başta Başbakan olmak üzere, bu “suiistimalcilerin” yakın arkadaşları, siyasi yoldaşları. HAS Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu, Twitter’da bu olayı şöyle yorumlamış: “İktidar imkânlarını kullanarak haksız yere kim bir kuruş almışsa zehir zıkkım olsun.”
Evet, “zehir zıkkım olsun”!
Ama unutmayalım ki bir suç karşısında ancak beddua edebiliyorsak, orada artık adaletten ve adalet kurumlarına güvenden de eser kalmamış demektir.
Gıkınızı çıkarmayacaksınız!
OKUL kantinindeki pahalı yiyecekleri protesto etmek için kantin boykotu yapan öğrenci, bunu gazetecilere de anlattığı için okuldan atılmıştı.
Tuzla Tersanesi’nde iki işçinin ölümüyle sonuçlanan kazadan sonra gazetecilere konuyla ilgili bilgi veren iki tersane işçisi de önceki gün işten çıkarıldılar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, geçenlerde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na “Gıkını bile çıkaramazsın” demişti, hatırlayacaksınız.
Öyle görünüyor ki ülkemiz giderek “gıkını çıkaranın bunun bedelini ödeyeceği bir yer” haline geliyor.
Ne oldu, savaşa mı gidiyoruz?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye-Suriye sınırına yakın bir bölgede Suriyeli muhalifler ile Suriye askerleri arasında meydana gelen çatışma sırasında iki Türk görevlinin de yaralanmasını “sınır ihlali” olarak yorumladı. “Çok açık bir sınır ihlali artık oluşmuştur. Bizler de son değerlendirmemizi yapacağız. Atılması gereken adımları tabii ki atacağız” dedi.
Başbakan’ın bu sözleri Çin gezisi sırasında gazetecilere oteldeki bir sohbet sırasında söylediğini belirteyim. Yani önceden düşünülmemiş, başı sonu tartışılmamış bir açıklama. Biz böyle şeylere alışkınız ama bu işlerin ciddiyetle yürütüldüğü memleketlerde bu olası bir savaş ilanı olarak algılanacaktır. Turizm mevsiminin tam da başında, turizmden çok önemli gelirler elde eden bir ülkenin adının şu ya da bu şekilde “savaş” ile anılmasının yaratabileceği sakıncaları söylememe gerek yok.
Ama şunu söyleyebilirim: Mesele gerçekten çok ciddi ve bu ciddiyetine uygun olarak ele alınmalı.
Suriye’nin sınır ihlalinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin ve onun olası sonuçlarının tartışılacağı yer gazetecilerle sohbet toplantısı değil, TBMM olmalı.
Paylaş