Paylaş
Abdulkadir Selvi’nin haberine göre yeni bir anayasa yapılmayacak, mevcut Anayasa, başkanlık sistemine göre elden geçirilecek.
Yani bir tür “Doğan görünümlü Şahin” sahibi olacağız.
Parlamenter sisteme göre yazılmış, sonra defalarca değiştirilerek yamalı bohçaya dönmüş “ne kuş ne deve olan” bir anayasada küçük bir operasyon ile başkanlık sistemine geçeceğiz.
Bu işleri ne kadar hafife aldıklarının basit bir örneği bu aslında.
“Bu işi Recep Tayyip Erdoğan üzerinden tartışmayalım” diyorlar ama yapmak istedikleri şey Recep Tayyip Erdoğan’a göre biçilmiş bir anayasa gömleği.
Başkan ile parlamentonun aynı anda seçilmesiyle başlayan ve parlamentoyu başkanın vesayeti altına sokan bir sistem önerdikleri.
Başkanın kararname çıkarma yetkisi, başkanın veto ettiği kanunu yeniden çıkarabilmek için nitelikli çoğunluk aranması, başkanın yürütme alanını kararnameler ile düzenleme yetkisi, parlamentoyu başkanın vesayeti altına sokar, bu kadar basit.
Ve bir de uyanıklık var tabii.
Anayasa değiştiği anda mevcut Cumhurbaşkanı, otomatikman başkan oluverecek.
İyi ama bu millet, Recep Tayyip Erdoğan’ı mevcut sistemdeki Cumhurbaşkanlığı için seçti.
Başkan yetkileriyle donatılacağını bilseydi, belki de seçmezdi, bunu kim biliyor?
AKP’nin 14 yıllık iktidarı, birçok kurumun hasar görmesiyle geçti.
Bağımsız kurullardan tutun da orduya, yargıya, polise, üniversiteye kadar birçok kurumumuz tahrip oldu.
Şimdi bir de Erdoğan’ı “tek adam” yapma hayaliyle bütün bir sistemi altüst etmeye yönelik bir eylem içine giriyorlar.
Böyle bir coğrafyada, bu kadar çok hasar gören bir devletin ayakta uzun süre kalabilmesi çok zordur.
İşe yaramayacağını biliyorum ama kayda geçsin diye söylüyorum.
İŞTE KUZU KUZU GELDİM!
TARKAN’ın bir dönem bütün Avrasya’yı sallayan bu şarkısını hatırlamama Cumhurbaşkanı neden oldu.
HDP’li milletvekillerinin ve gazetecilerin hapse atılmaları ile ilgili eleştirilere şöyle yanıt vermişti: “1999 yılında hakkımdaki hapis kararı kesinleştiğinde kuzu kuzu Pınarhisar Cezaevi’ne gidip cezamızı çektik. Bağırıp çağırıp şov yapmadık.”
Tabii günümüzün Silivri ya da diğer F tipi cezaevleriyle Pınarhisar Cezaevi’ni kıyaslamak ne kadar doğru, ikisinde de hapis yatmadığım için bilemem.
Ama Cumhurbaşkanı’nın hapisteki günlerinin nasıl geçtiğini biliyoruz.
Hüseyin Besli ve Ömer Özbay’ın yazdığı, “Recep Tayyip Erdoğan: Bir liderin doğuşu” isimli kitapta bu konu ayrıntılı olarak anlatılıyor.
Hasan Yeşildağ’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi kardeşi Zeki Yeşildağ, ağabeyinin “Erdoğan’a hapishanede suikast yapılacak” istihbaratı üzerine kararını veriyor: “Ağabey, sen de onunla beraber hapse gireceksin.” Bunun üzerine Hasan Yeşildağ, bir tanıdığına 370 bin liralık karşılıksız bir çek kesiyor ki yargılanıp hapse mahkûm edilsin.
Nitekim öyle de oluyor. Yeşildağ, kendisini yargılayan hâkime yalvarıyor ve Yeşildağ’ı 4 ay hapse mahkûm ediyor.
Sonra Erdoğan ile Yeşildağ, hapishaneler içinden hapishane seçiyorlar: Erdek, Karamürsel, Çorlu, Akyazı derken, Pınarhisar Cezaevi’ne karar veriyorlar.
Yeşildağ, önce cezaevini gezmeye gidiyor. Yapılacak işlerin listesini çıkarıyor, kendilerine “tahsis edilecek” koğuşu geziyor.
Koğuş temizletiliyor, duvarlarına kâğıt, zeminine halı kaplanıyor.
Elektrik ve sıhhi tesisatı yenileniyor, sıcak su için şofben takılıyor.
Koğuşun bahçeye ve koridora açılan kapılarını boyatıp yalnızca içeriden açılabilen ilave sürgüler yaptırıyor. Çatıya manyetik bariyerler, bahçeye elektronik sensörler yerleştiriyor. Sıra mobilya ve beyaz eşyaya geldiğinde keseye davranmak Erhan Şenol’a düşüyor.
Derin donduruculu büyük boy bir buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinesi, toplantı ve çalışma masaları, deri koltuklar, oturma grupları ve büyük ekran bir televizyonla, kalacakları koğuşu ve cezaevi kütüphanesini, sıkıcılıktan uzak bir yaşam ve çalışma alanına dönüştürüyorlar.
Bu arada mahkûm ve gardiyanlar da unutulmuyor. Herkese pantolon, gömlek, ayakkabı ve eşofman takımı alınıyor.
Erdoğan, hapishaneye Ahmet Ergün ve Hayati Yazıcı ile geliyor.
Hapishanenin güvenliğinden sorumlu yüzbaşı, üsteğmen, savcı kendisini karşılıyor.
Sonra koğuşa geçiliyor ve Erdoğan etrafa göz atıp “Güzel olmuş” diyor.
Hasan Yeşildağ anlatıyor: “Reis’i beklerken, hapishanede bulunan mahkûm ve gardiyanlarla toplantı yapıp, herkesi sıkı sıkı uyarmıştım: Tayyip Bey’in yanında sigara içilmeyecek! Bacak bacak üstüne atılmayacak! Laubali hareketlerden kaçınılacak! Herkes saygılı olacak!”
Hapishanede yattığı sürece Erdoğan’ın televizyondaki Fenerbahçe maçlarını hiç kaçırmamış olması da bir başka ayrıntı. Öyle görünüyor ki Cumhurbaşkanı “kuzu kuzu” değil, maşallah “aslanlar gibi” yatmış.
AKLIMA TAKILAN SORULAR
ACABA Kadri Gürsel, Galatasaray maçlarını seyredebiliyor mu? Çok titizdir, acaba istediğinde sıcak su bulma olanağı var mı?
Murat Sabuncu’nun sağlığı ne durumda? Okuması için kaç kitaba izin verdiler? Oğlunu görebiliyor mu?
Musa Kart’a çizim malzemesi verdiler mi, çizdiklerini gazetesine yollayabiliyor mu?
Ahmet ve Mehmet Altan biraderlere internet bağlantısı olmayan bir bilgisayar verdiler mi, yazılarını, savunmalarını yazsınlar diye?
Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan neden hâlâ tutuklular? Darbe girişiminin hangi aşamasında yer aldılar ki tutuklu yargılanıyorlar?
Aslı Erdoğan’ın sağlık durumunu da çok merak ediyorum. Dışarıda, rahat koşullarda bile sıkıntılı durumlar yaşayabiliyordu, acaba şimdi nasıl? Şiddeti öven tek satır yazmamış olduğu halde terör örgütüne yardım etmek gibi bir gerekçeyle hapiste tutulması ruhunu nasıl yaralıyor?
Necmiye Alpay’ın hücresinde zemin neyle kaplı? İstediği kitabı almasına izin veriyorlar mı?
Paylaş