Paylaş
CUMHURBAŞKANI emir verdi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı durumdan vazife çıkardı ve taa 17 Mayıs’ta söylediği bir söz nedeniyle HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş için dokunulmazlığının kaldırılması amacıyla fezleke düzenledi.
Savcılık, Demirtaş’ın “kanaat açıklama ve ifade hürriyeti sınırlarını aştığı” kanaatinde!
Şimdi fezleke Adalet Bakanlığı’na, oradan da TBMM’ye gidecek ve büyük olasılıkla Demirtaş’ın dokunulmazlığı kaldırılacak.
Demirtaş’ın buna üzüldüğünü zannetmiyorum.
Türkiye’de adalet sisteminin ne halde olduğunu dünyaya göstermek için bir fırsat olarak kullanacaktır, iyi de olur.
Savcılık, eski bir konuşmayı soruşturuyor ama biliyoruz ki esasen Demirtaş’ın “Seni Başkan yaptırmayacağız” sözlerinin cezası kesilmek isteniyor.
HDP barajı geçemeseydi ve AKP tek başına Anayasa’yı değiştirebilecek bir çoğunluğa ulaşıp Erdoğan başkan olabilseydi, bu soruşturma da elbette olmayacaktı.
Cezalandırılmak istenen, barajı geçen HDP’dir.
Bu partiye oy veren 6 milyon kişi yok sayılıyor.
Her ağızlarını açtıklarında sandıktan, milli iradeden söz ediyorlar ama belli ki “milli irade” sadece onlar seçimi kazanırlarsa makbul, aksi takdirde üzeri çizilip, atılacak bir kavramdan ibaret.
Yalçın Bey, bir karar ver artık
BAŞBAKAN Yardımcısı Yalçın Akdoğan, 13 Mart 2015 tarihinde İmralı’ya bir izleme heyeti gönderileceği iddiaları için şöyle yazmıştı:
“Bazı basın organlarında 16 kişilik izleme heyeti kurulduğu belirtilerek isim listeleri yayınlanmaktadır. Bunlar külliyen yalan ve uydurmadır. Meclis’te gerçekleşen sıradan bir görüşmeye atfen spekülasyonlara yol açacak açıklamalar yapılması sürecin ciddiyetiyle bağdaşmamaktadır.”
Yalçın Akdoğan, bundan beş gün sonra, 18 Mart 2015 tarihinde bunun tam tersini söyledi.
“Devlet ne dediyse onu yapmaktadır, kesinlikle ikircikli bir yaklaşım içerisinde değildir. Ama bunların uydurmaları ve yalanlarıyla uğraşacak halimiz de yok. Bu konu üzerinde durduğumuz, çalıştığımız konulardan biridir. Sayısı 5-6’yı geçmemek üzere bir çalışma yapılmaktadır. Bir takım isimler de belirlenmiştir. Ama bu önümüzdeki hafta Sayın Başbakanımızın nihai kararını vereceği bir konu.”
Yalçın Akdoğan’ın bu konuyla ilgili son sözlerini dün TV’de dinlemişsinizdir, ben tekrar hatırlatayım:
“Bir de arkadaşlar bunlar o kadar çok yalan söylüyorlar ki, yalan makinesine dönüştüler. Her ayrıntı yalan. Tamamen uydurma. Bu izleme heyetiyle ilgili de sayı verdiler, isimleri verdiler. O gün de ben açıkladım yalan diye. Bunların hiçbiri doğru değildi. Bu meseleyi izleme heyetine dayandırmak da anlamsız.”
Bakalım Yalçın Akdoğan üç–beş gün sonra ne söyleyecek?
Aynı konuda üç ayrı açıklama.
Bunu kafalarımızı karıştırmak için kasten mi yapıyor, yoksa kendine böyle bir eğlence mi buldu, ben anlayamadım doğrusu.
‘Destan’ yazılacakmış!
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, geçenlerde bir grup gazetenin genel yayın yönetmenlerini bir masanın etrafında topladı ve anlattıkça anlattı.
Büyük olasılıkla kendisini dinleyen “gazetecilerin” başlarını emme-basma tulumba gibi sallamalarıyla gaza da geldi ve sonunda şunu bile söyledi:
“Sayın Cumhurbaşkanımız da, ben de Suriye politikası nedeniyle çok eleştirildik. Ama ikimiz de sıradan insanlar olarak kimin karşısına çıkarsak çıkalım Suriye konusunda başımız dik durur. Çünkü kapıyı kapatmadık, biz görür müyüz göremez miyiz bilemem ama onlarca yıl sonra bile bir destan yazılacak bu konuda.”
Biz çocukken “destancılar” vardı, sokaklarda dolaşır teksir kâğıdına basılı destanları satar, yanık yanık türkü de söylerlerdi.
Davutoğlu’nun şanssızlığı şimdi böyle destancıların kalmamış olması.
Davutoğlu’nun “İleride destan yazılacak” dediği Suriye politikasının sonuçlarını hatırlayalım:
-Ülkemizde 2 milyona yakın, aç–işsiz Suriyeli mülteci yaşıyor. Ne zaman geri dönecekleri meçhul, büyük olasılıkla geri dönemeyecekler. Bölgede şu anda 4 milyona yakın Suriyeli mülteci, gelecekleri belirsiz durumda, perişan.
-Suriye’nin artık toprak bütünlüğünü koruması diye bir şey söz konusu değil. Bu ülke geri dönülmeyecek biçimde parçalandı, dağıldı.
-İçsavaş başladığından beri Suriye’de 200 binden fazla insan öldü.
-Suriye ile olan sınırımız Peşaver’e döndü, IŞİD’den tutun El Kaide’ye kadar her türden cihatçı terör örgütü sınırımızda cirit atıyor.
-IŞİD, terörü artık Türkiye için de ciddi bir tehdit halini aldı.
Bu sonuçların doğmasına neden olan şeylerden biri de Davutoğlu–Erdoğan ikilisinin Suriye politikasıdır.
Evet, Esad baş sorumludur, iktidarını korumak için kendi halkını bir felakete sürükledi, birçoğunu bizzat öldürttü, göçmen konumuna düşürdü.
Ama Suriye’de savaş başladığında, ateşin üzerine benzinle koşanları da unutmayalım: Erdoğan–Davutoğlu ikilisini, Katar’ı, Suudileri!
Türkiye, o günkü konumuyla Esad üzerindeki etkisini kullanabilir, Suriye’nin bugünkü duruma düşmesini engelleyebilirdi.
Bir ülkede içsavaş çıkmasından en çok korkması gerekenler, o ülkeyle sınır komşusu olanlardır çünkü.
Ama bizimkiler yanlış bir hesap yaptılar. Ne rejimin gücünü doğru değerlendirebildiler ne de muhalefetin gücünü.
Belli ki Suriye ile ilgili bilgileri sınırlıydı, istihbaratları zayıftı.
Ama “iki hafta içinde Emevi Camisi’nde namaz kılacağız” heyecanına kapıldılar, sınırlarımızı cihatçı çetelerin yol geçen hanına, Türkiye’yi de bu çetelerin lojistik merkezine çevirdiler.
Ve şimdi kalkmış ileride bu politikanın “destanının yazılacağını” söylüyor.
Kuşkusuz bir şeyler yazılacak ama o iftiharla hatırlanıp dinlenecek bir destan asla olmayacak.
Paylaş