Başbakan’ın hesapları karışabilir

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, cumhurbaşkanı seçimi için ortak çatı aday üzerinde bir fikir birliğine vardıkları anlaşılıyor.

Haberin Devamı

Kılıçdaroğlu’nun, çatı aday için Ekmeleddin İhsanoğlu’nu önermesi ve Bahçeli’nin de bu öneriyi “Artık çatısı, bacası kalmadı” diye karşılaması ve MHP’nin bu isim üzerinde bütünleşeceğini söylemesi ile birlikte Cumhurbaşkanlığı seçimi için yeni bir dönem de başlamış oluyor.
Ben başından beri “ortak aday” fikrinin yanlış olduğunu düşünüyordum, bunu da yazmıştım.
Bana göre doğrusu, her partinin, başka siyasi görüşlerdeki insanları da rahatsız etmeyecek, benimsemekte zorlanmayacakları isimler ile ilk tura girmeleri ve en çok oyu alan aday üzerinde ikinci tur için bir ittifak tesis etmeleriydi.
Artık bu aşamayı geçmiş bulunuyoruz.
Ekmeleddin İhsanoğlu ile siyasi düşüncelerimiz açısından farklılıklarımız var ama entelektüel birikimine, saygın bilim adamı kimliğine ve temsil yeteneğine söyleyecek bir sözüm yok.
Şimdi bütün mesele, iki parti örgütünün, birlikte ya da ayrı ayrı samimi olarak bu ortak aday için fedakârca çalışıp çalışamayacakları ile ilgilidir.
Parti genel başkanlarının ve yöneticilerinin, örgütlerine ne kadar hâkim olabildikleri ile ilgili bir sorundur. Seçim süreci başladığında bu ortak çalışmanın etkin bir şekilde yapılıp yapılamayacağını da göreceğiz.
AKP’nin adayının da çok büyük bir sürpriz olmadığı takdirde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olacağı belli.
Başbakan, genel ve yerel seçimler için ülkeyi kutuplaştırarak kendi taraftar kitlesini konsolide etme politikasının zararını mı görecek, yoksa bu politika bir kez daha işe yarayacak mı?
Şimdi soru budur.
Başbakan bu politikasıyla kendisine çok bağlı ciddi bir kitle yarattı ve gerginlikleri tırmandırarak onları da bir arada tutmayı başarabiliyor.
Ama unutulmamalı ki bu seçimin ilk turunu kazanabilmesi için yüzde 50’nin üzerinde oy alması gerekiyor ve İhsanoğlu’nun temsil ettiği kimlik ve iki büyük partinin bu isim üzerinde ittifak etmiş olması, ilk turda seçim hayallerini suya düşürebilir.
İhsanoğlu, sadece “ortak aday” çıkaracak CHP ve MHP seçmeni için değil, aynı zamanda SP, BBP gibi partilerin seçmenleri için de uzak bir isim sayılmaz.
Bu nedenle Başbakan’ın seçimdeki işinin daha da güçleştiğini söyleyebiliriz.

Haberin Devamı

Muhafazakârlaşmanın kabulü

Haberin Devamı

CHP gibi sosyal demokrat olduğunu ileri süren bir partinin, ortak cumhurbaşkanı adayı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu önermiş olmasının gösterdiği bir şey var:
Böylece, Türkiye’nin sosyal demokrat muhalefeti de, ülke seçmenlerinin iyice sağa kaydığını, muhafazakârlaştığını da kabul ve ilan etmiş oluyor.
Bunun CHP içinde yeni hesaplaşmaları tetiklemesi de bu nedenle kaçınılmaz gibi görünüyor. Kuşkusuz ki bu çatışma, bugünden yarına gelişebilecek bir şey değildir.
Türkiye seçmeninin bir yarısının Recep Tayyip Erdoğan’a bayıldığı kadar, diğer yarısı da ona tahammül etmekte zorlanıyor.
Onun için şu anda CHP seçmenleri için de, parti üyeleri için de birinci öncelik, Erdoğan’a Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybettirmek.
Ancak seçimden sonra, şayet İhsanoğlu seçimi kazanamazsa, CHP içinde bu tercihin siyasi sonuçlarının olacağını da göreceğiz diye düşünüyorum.

Haberin Devamı

Çözüm sürecinin önemi daha da arttı

IŞİD genel olarak bir “terör örgütü” diye tanımlanıp kabul ediliyor ama Irak’ta yaptıkları bir terör örgütünün çapının çok
ötesinde bir iş.
Evet, acımasızlar hatta gaddarca bir barbarlık düzeyindeler ama bu durum bir kitle tabanına sahip olmalarına da engel olmuyor.
Hatta diyebiliriz ki bu barbarlık düzeyinin, masum insanlar üzerinde yarattığı dehşetten de güç alıyorlar ama asıl güç aldıkları kuşku yok ki Irak’taki mezhep kavgasının yarattığı çelişkiler ve uzlaşmazlıklar.
Aksi takdirde bunca Sünni aşireti arkalarına toplamaları, Baas artıklarıyla işbirliği yapabilmeleri de mümkün olamazdı.
Ve bu tablo, Irak ile Suriye’deki kargaşanın kısa sürede bitirilemeyeceği, bir uzlaşmanın sağlanabilmesinin de çok güç olduğunu gösteriyor.
Ve görünen köylerden biri de Irak ile Suriye’nin bir bölümünde hâkim olacak şeriat kurallarıyla yönetilecek, kendisini hiçbir insani ve diplomatik kuralla bağlı hissetmeyen bir “devletimsi oluşum” ile komşuluk yapacağımız.
Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi, bu fırsattan istifade ederek Kerkük’ü de sınırları içine katmış bulunuyor. Suriye’de de PKK uzantısı PYD’nin özerkleştirdiği bir bölge varlığını koruyacak.
Bu tablo içinde, adına “çözüm süreci” denilen ama şu ana kadar çatışmasızlığın sağlanması dışında bir gelişmeye neden olmayan sürecin de önemi artıyor.
Bölgede kan gövdeyi götürürken PKK’nın silah bırakıp sivil siyasete dönmesini beklemek hayalci bir tutum.
Bugüne kadar Türkiye, Suriye’deki PYD oluşumunu yok saymaya, onunla Barzani’nin bölgesel iktidar heveslerini de kullanarak mücadele etmeye çalıştı.
Suriye’deki Esad ile savaşan her türlü oluşum ve bu arada IŞİD de Türkiye’nin PYD’ye karşı kullandığı unsurlar olarak varlardı ancak bugünden sonra bunun artık sürdürülemeyecek bir politika olduğu da ortaya çıktı.
Erdoğan hükümetinin, bölgesel güç olma hayalleriyle giriştiği politik manevralar duvara çarptı, parçalandı.
Bugünden sonra Türkiye’nin, sınırında beliren bu tehlikeye karşı ne Esad ile ne de Irak yönetimi ile ortak bir strateji geliştirebilmesi de mümkün değil.
Davutoğlu’nun hayallerini gerçek sanmasının yol açtığı bu tabloda Türkiye’nin işbirliği yapabileceği tek siyasi aktör olarak Kuzey Irak bölgesel yönetimi kalıyor.
PKK’nın bu tablodan yararlanmayı düşünmemesi de söz konusu olamaz.
“Çözüm sürecinin” seçimlerde kullanılacak bir manevradan öteye geçmemiş olması, artık işi daha da zorlaştırıyor.

Yazarın Tüm Yazıları